2 Eylül 2013 Pazartesi

Batının Müslüman Terbiyesinin Türkçesi: Demokrasi

Yeryüzünde riyâ, inkâr, hıyanet 
Altın devrini yaşıyor... 
Diller, sayfalar, satırlar 
“Ebu Leheb öldü” diyorlar. 
Ebû Leheb ölmedi, yâ Muhammed 
Ebû Cehil kıt’alar dolaşıyor![1]

Not: Başlığın esin kaynağı Metin Boşnak’ın bir yazısıdır.[2]

Malumunuz "Arap Baharı"nın Tunus provasından sonra ilk ciddi icraatı olan Mısır'da bir darbe gerçekleşti. Bir zamanlar "demonkrasi[3]" diyerek demokrasi ile dalga geçenler ve onların neznindeki bir kitle Mısır'da yaşananları sistematik bir şekilde protesto ediyor ve eylemler düzenliyor. Yaşananları trajik olmasının dışında ciddi bir algı problemi var. 
İlk olarak ülkemizde anlatılan demokrasi denilen şey artık iyice çığrından çıkmış ve artık bir obsesif demokrasi-sevicilik türemiştir. Her şeyin çözümü demokrasi, her sorunun halli demokrasi ilaahir benzer sözleri duymaktan kulaklarımızı artık kapar olduk. Demokrasinin köken itibari ile ilk uygulamaları “Antik Yunan”da görülmekle beraber, dünya literatüründe yer edinmesini sağlayan “Roma İmparatorluğu”dur. Öyle ki Roma’da dahi demokrasi büyük ölçüde eşitler arası eşitlik olarak uygulanmış ve bu yönde ilerlemiştir. Türlü kriz durumunda geri plana çekilerek kendine bir “diktatör” bularak krizin bitmesini beklenilmiştir. Diktatör kelimesi bugün algılandığı yahut algılatıldığı şekli ile olumsuz bir mana içermemektedir. Olağanüstü yetkilerle hayatın hemen hemen her alanına müdahale yetkisine sahip kişi diktatördür. Bu yetkileri kişinin zor ya da güç kullanarak elde etmesi ile değil de seçilmiş bir parlamento tarafından da bir kişi bu yetkilerle donatılabilinir. Kısaca demokrasilerde diktatörlük olmaz diye bir önerme yapmak yanlıştır. Çünkü demokrasi kendi mekanizmalarının ürünü olarak bir diktatörü kendi başına oturtabilir. Bunun örnekleri de vardır. Görmezden gelmek doğru değildir. Çok bilinen bir isim olan Hitler iktidarı Alman halkının özgür iradesi ile kullandığı oylar neticesinde elde etmiştir.

Kısaca demokrasiye karşı ilk tehdit yine demokrasinin kendisinden gelir.

Bizim birden çok partimiz var, biz de oy kullanılabiliyor diyerek demokrasi-sevici sığ bir söylem ortaya bambaşka bir manzara çıkarır ki bunun adı düpedüz "oklokrasi[4]"dir. Daha önceki bir yazımda da bahsettiğim üzere meritokrasi[5] en ufak bir ilişkisi yoktur. Her iki taraflı (ülkemiz için olumsuz manalarda statukocular ve irtica tarafları) jakobenlerin kol gezdiği bir ülkede fikri bir cehdin oluşması oldukça güçtür.

Bu tarz kötü demokrasi örneklemesi insanların “ehveni şer” yapmak durumunda kalması ile açıklayabiliriz. Oy kullanacak olduğunuz partilerin hiçbir politikasından memnun olmasanız dahi, yaratılan nefret ortamında diğer partiden nefret edip desteklemediğiniz partiye oy verme mecburiyetinde olmanız ülkenizin iyi bir demokrasi ile yönetilmediğini anlatmak için yeterlidir. Rey verdim, bitti diyerek bir demokrasi bilincinden ve yönetiminden bahsetmek rey dönemi demokratlığından öte değildir.

Aynayı biraz kendimize doğrulttuğumuzda yaşanan sıkıntıların büyük sebebi İslam Dünyası'nın bir debdebe içerisinde ve birbirinden uzak ve alakasız bir biçimde denk kutuplarmışçasına birbirini itmelerinden kaynaklanıyor. Wikileaks belgeleri açıklandı açıklanalı bir kargaşa ortamı oluştu ve hiç sükûnet bulunamadı. Maalesef ki buna bir deva bulunabilmesi için yılana sarılınması misali "Batı"dan medet umulması da ciddi bir faciadır. Batı’nın büyük ölçüde haçlı seferleri ile giremedikleri topraklara artık bu ülke topraklarında bulunan Müslümanlarca “buyurun” denilerek çağrılması içler acısı bir durumdur. Köhne Batı (Avrupa) ve özellikle Vahşi Batı (Birleşik Devletler) yaşanılan kargaşadan elbette ki nemalanmanın ve doğrudan yahut dolaylı kendi ceplerini doldurmanın ince hesaplarını tamama erdirememiştir.

Bunun sebebini Rahmetli Durmuş Hocaoğlu[6] şu şekilde dile getiriyor:
“Bölge ülkeleri bağımsız ulus-devletler olduklarını zannettiler ve hala da öyle zannetmektedirler; ancak, aslında Mahatır Muhammed'in de büyük bir isabetle belirtmiş olduğu gibi, tek kazançları sadece Türk efendilerini İngiliz – ve diğer - efendilerle değiştirmekten ibaret oldu. Nitekim Osmanlı'dan kopan devletlerin hiçbirisi ne hakiki mana ve muhtevada bir devlet olabildi ve ne de "ulus"; ulus olmayınca ulus-devlet de olunamadığı için kendilerine "verilen" bağımsızlıklarını da değerlendiremediler. Esasen, hürriyet ve istiklalin "verilen" değil "alınan" bir şey olduğunu ise hiç idrak edemediler. Milliyetçiliklerini Türk karşıtlığı üzerinden inşa edecek kadar fanatikleşen elitlerin her birisi ta bidayetinden itibaren kendi halklarının başına çöreklenen despot yılanlara dönüştü; tabii zenginlikleri yabancıların eline geçti, ülkelerinin servetleri arsızca çarçur edildi, bir kısmı görgüsüz lüks yatırımlarda tüketilirken, bir kısmı silah tüccarlarının kasalarına ve harici bankalara aktı.”

İslam Konferansı Örgütü ve Arap Birliği sadece tabeladan ibaret kuruluşlardan öte geçemeyerek sadece tabeladan ibaret uluslararası kuruluş olmaktan kendilerini kurtaramamıştır.

Demokrasi, şu veya böyle mevcut yönetimler içerisinde belki de en uygun olanı. Ancak bunun iki türlü handikabı vardır. Bunlar korkutulmak ve kandırılmaktır. Yani tehdit ve yalana boğulmuş bir toplumda demokrasiden bahsetmek ahmaklık olur. Tıpkı sözde bahar yaşayan toplumlarda olduğu gibi. Her gün yüzlerce insanın öldüğü bir ortamda insanların sağlıklı kararlar vermesini bekleyemeyiz.

Mesela Mısır. Yıllardır sükunetten ve huzurdan uzak bir ülke. Kavalalı'dan bu yana mahzun bir talihi var. Sonrasında sömürge, krallık derken Cemal Abdülnasır, Enver Sedat derken Hüsnü Mübarek. Şimdi de birdenbire çok sahipleniverdiğimiz “Mursi”. Nitelikleri, yönetim tecrübe ve yetenekleri, sahip olduğu kadro ve onların entelektüel altyapısına dair hiçbir tartışmaya tanık olamadan “Fenerbahçe – Galatasaray” arasındaki olduğundan çok daha kısır bir çekişmeye tanık oluyoruz.

Devlet adamlığı nitelikleri hakkında çıkan birkaç haber[7] durumun vahametini göstermek için yeterli. (dipnotta verilen linki kontrol ediniz.)
İmparatorluk Dönemi Türk Coğrafyası'nın tamamına demokrasi bu ülkelerin iç dinamikleri ile geldiğini söylemek pek mümkün değil. Ha keza bu ülkelere sosyalist görüşler de kendi iç dinamiklerince getirilmedi. Kısacası bu coğrafyaya 1800'lü yıllar itibari gelen hemen hemen bütün siyasi cereyanlar "Batı" eliyle kimi zaman ise zoruyla enjekte edildi. Bir protezi ne kadar kendi organınız olarak kullanmanız ve hâkim olmanız mümkünse bu siyasi cereyanların da aynı şekilde İmparatorluk Dönemi Türk Coğrafyası'nda sahiplenilmesi ve verimli olması aynı mümkünat dâhilinde beklenilebilir.

Mahatır Muhammed[8] bu konuyu biraz da antisemit bir dille şu sözlerle dile getirmektedir.
“Biz [Müslümanlar] aslında çok kuvvetliyiz, 1,3 milyar insan kolayca silinemez. Naziler 12 milyon Yahudiden 6 milyonunu [Holokost'ta] öldürdü. Ama bugün aracılar yoluyla dünyayı Yahudiler yönetmektedir. Başkalarını kendileri için savaştırıp ölüme yollamaktadırlar. Sosyalizmi, komünizmi, insan haklarını ve demokrasiyi icat ettiler, böylece onlara eziyet çektirmeyi yanlış yaptırdılar, diğerleriyle eşit haklardan yararlanmaktadırlar. Böylece en güçlü ülkelerin kontrolünü eline geçirdiler. Ve bu küçük cemaat dünya çapında güçlü oldu.”
Yahudilerin bu kadar tesirli olduğuna çok inanmasam bile (bu konuda İsrail'in işine gelen bir korku tüneli yaratıldığını düşünüyorum) Müslümanların kendi dinleri gereği "İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi"ne ihtiyaç hissetmemeleri gerekirken, sosyal adalet anlayışı için "sosyalizm"den eski ve köklü bir gelenekleri olmalarına rağmen konuyu hatırlamak için sosyalizme atıf yapmaları garip ve ucubedir.

Arap baharı hadiselerine sevinenlerin büyük çoğunluğu şimdi yine “o gitti, bu geldi” diye sevinirken hadisenin garabet boyutu bu kadar vahimdir.

Bazı müslüman bilim adamları ve yazarlarının sözde Arap Baharı'nı Fransız İhtilali öncesi yaşananlara benzetmesi çok çok sıkıntılı bir durumdur. Özetlemek gerekirse:

1- İlgili coğrafyada sosyal sınıflar değil; etnik ve mezhepsel sınıflar vardır.
2- İlgili coğrafyada öne çıkan bir düşünür ekip yoktur.
3- Yaşananlar "kaos" değil; kargaşadır.
4- İlgili coğrafyadaki insanlar arası ortak bir bilinç ve farkındalık söz konusu değildir.

Yaşananlar Mahatır Muhammed'in dediği üzere aslında yaşadığı coğrafyalardaki zenginlik ve insan kaynakları açısından "güçlü" olan Müslümanlar kendilerini bir yaprak misali ya köhne batı, ya vahşi batı, ya da Moskof'tan esen rüzgâra teslim etmektedir. Korkarım ki çok yakın zamanda bu rüzgârlara bir de Çin eklenecek. Bu durum Afrikalı Müslümanlar için şimdiden gerçek olmuştur bile.

Dilerim gelecek günler Müslümanlar için daha güzel günler getirir. Ancak şu an hem Türkiye hem de diğer Müslüman ülkeler için:
“Demok­rasi, evet, en iyi rejim - Churchill'in ta­nımıyla "en iyi ikinci rejim", birinci­si meçhul - amma, benim ülkemin par­çalanmasını önleyemiyor ve hattâ ona yol açıyorsa, bu, kötülük demektir; olan bu! Nitekim, şu anda Türkiye demokratik sistem içinde parçalanıyor; şu hâlde, ya demokrasinin özünde bir problem var, yahut da işleyişinde. İm­di, demokrasi bir gaye değil sâdece bir vâsıta olduğuna binâen, eğer ki benim ülkemin parçalanmasını önleyemiyor ise o zaman onun bizzat kendisi ola­rak iyi olup-olmadığını bile tartışırım; çünki milletimin hükümranlığı ve va­tanımın bütünlüğünün yanında başka hiçbir şeyin bizâtihî ehemmiyeti kalabilemez.”[9]
Çok çalışmamız gerek çok” lakırdısını etmeden Kuran-ı Kerim’e kulak kesilelim. Bakara Suresi şu şekilde buyuruyor:

Em hasibtum en tedhulûl cennete ve lemmâ ye’tikum meselullezîne halev min kablikum messethumul be’sâu ved darrâu ve zulzilû hattâ yekûler resûlu vellezîne âmenû meahu metâ nasrullâh, e lâ inne nasrallâhi karîb

(Ey müminler!) Yoksa siz, sizden önce gelip geçenlerin başına gelenler size de gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Yoksulluk ve sıkıntı onlara öylesine dokunmuş ve öyle sarsılmışlardı ki, nihayet Peygamber ve beraberindeki müminler: Allah'ın yardımı ne zaman! dediler. Bilesiniz ki Allah'ın yardımı yakındır.

Allahû Âlem(En doğrusunu Allah bilir.)

www.uskudarcevresi.com


[1] Arif Nihat Asya’ya ait Naat’ten alıntıdır.
[2] http://www.haberiniz.com.tr/yazilar/koseyazisi63740-Musluman_versus_Islamci.html
[3] Şeytanın yönetimi
[4] Çoğunluk diktasi, avam diktatörlüğü
[5] Liyakata dayalı yönetim modeli. Fazlası için "Claude Henri de Saint Simon" ismini araştırabilirsiniz. Bahsi geçen yazım: http://www.uskudarcevresi.com/2012/09/harf-inklabna-ve-egitime-dair-i.html
[6] http://www.durmushocaoglu.com/dh/yazi.asp?yid=4300644
[7] http://www.ensonhaber.com/misirli-bakani-zora-sokan-iltifat-2012-10-03.html
[8] "Malaysian Leader: 'Jews Rule World by Proxy'". Fox News. 16 October 2003. Erişim tarihi: 2013-07-04.
[9] http://www.durmushocaoglu.com/dh/yazi.asp?yid=5560536

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder