8 Aralık 2013 Pazar

Rusya'nın Putin'inden, Putin'in Rusyası'na: Dev Satranç Tahtası, Jeostratejik Üçlü ve Stratejik Rehber

Brzezenski - Dev Satranç Tahtası

Avrasya jeopolitik önemini korumaktadır. Dünyanın ekonomik ve siyasi gücünün kayda değer bölümünü hala elinde tutan batı kanadı yani Avrupa kadar, doğu kanadı yani Asya da ekonomik büyümenin ve siyasi etkinliğin önemli bir merkezi haline gelmiştir. Hitler ve Stalin’in açıkça ifade ettiği gibi; “Avrasya’ya hükmeden, dünyaya hükmeder”. Dolayısıyla Avrasya, üzerinde küresel birincilik mücadelesi oynanan bir satranç tahtasıdır ve bu mücadele jeopolitik çıkarların stratejik yönetimini gerektirir.[1]

Bilindik tabiri ile “Eski Dünya” siyasi etkinliğinde belli rol değişikliklerini dönem dön em yaşasa dahi, ileriki konularda “Ulusal Güç Unsurları” başlığı altında anlatacak olduğumuz unsurlar açısından uluslar aradı konjektürün daimi önemli unsurlarından olacaktır. Dünya Savaşları ile tamamen çehre değiştiren ülkeler coğrafyası doğal sonuç olarak “yeni dengeler” oluşturmuştur. Bunlardan en önemlisi “Birinci Dünya Savaşı” ile beraber Birleşik Devletlerin siyasi sahnede boy göstermesi ve Çarlık Rusya’nın Sovyetler Birliğine dönüşmesidir. İkinci Dünya Savaşı ise bambaşka bir dönem başlatarak “Soğuk Savaş” bir politika sürecini başlatmıştır.


Beş yüz yıldır Avrasyalılar dünya olaylarına hâkim olmuşlardır. Avrasya dünyanın en büyük kıtası ve jeopolitik eksenidir. Ekonomik açıdan dünyanın en üretken üç bölgesinden ikisini ve dünya nüfusunun %75.ini barındırır. Dünyanın fiziki zenginliğinin çoğu gerek yer altı kaynakları, gerekse yerüstü tesisleri olarak ordadır. Global GSMH’nın %60’ını üretir ve bilinen enerji kaynaklarının dörtte üçüne sahiptir. Amerika’dan sonra en büyük altı ekonomi ve askeri silahlanmaya en fazla harcama yapan 6 ülke oradadır. Amerika’nın politik veya ekonomik rakiplerinin hepsi Avrasyalıdır. Kümülâtif olarak Avrasya’nın gücü Amerika’nınkini tamamen gölgede bırakır.[2]

Şekil 1: Avrasya Satranç Tahtası

Sayılan nedenlerde dolayı “Düveli Muazzama’nın” bölge üzerinde etkin rolü kaçınılmaz hale gelir. Küreselleşmenin en klasik söylemi ile artık dünya küçülmüştür. Dünyanın herhangi coğrafi bölgesinde gelişen olaylara bigâne kalmak bir nevi “Süper Güç” ya da “Etkin Devlet” olmak anlayışının terki manasına gelir. Bu yüzden uluslar aradı örgütlenmeler günümüzde daha aktif duruma gelerek “siyasi” konularda kendilerine söz söyleme mecraları yaratmış durumdadırlar. Ancak bir durum vardır ki inkâr edilemez. Hemen hemen tüm uluslar aradı örgütler tüm üyelerinin katılımı ile oluşsa dahi bir ya da birkaç devlet tarafından yönlendirilirler.

Avrasya’nın yeni siyasi haritasında beş jeostratejik oyuncu ve beş jeopolitik pivot vardır. Fransa, Almanya, Rusya, Çin ve Hindistan önemli ve aktif oyunculardır, oysa İngiltere, Japonya ve Endonezya çok önemli ülkeler olmakla birlikte bu vasfa uymaz. Ukrayna, Azerbaycan, Güney Kore, Türkiye ve İran kritik derecede önemli pivot rolü oynarlar ancak Türkiye ve İran aynı zamanda bir dereceye kadar jeostratejik oyuncudurlar.[3]

Uzun sürecek görünen zayıf ve hastalıklı durumuna rağmen Rusya’nın önemli bir jeostratejik oyuncu olduğu tartışılmaz. Yalnızca varlığının bile eski Sovyetler Birliği’ne bağlı devletler üzerinde muazzam etkisi vardır. Yayılmacı jeopolitik amaçlarını gizlemeye gerek duymamaktadır. Gücünü yeniden kazandığında doğu ve batı komşuları üzerinde belirgin etkisi olacaktır.

Özellikle Putin sonrası dönemde yeniden ivme kazanan Rus siyaseti Yeltsin dönemindeki düşük ataletini geride bırakarak bir “KGB devleti” görünümüne yeniden bürünmüştür. Özellikle yer altı kaynakları konusundaki aktif ve sert siyaset Rusya’yı yeniden korkulur bir devlet yapmıştır. Askeri doktrinde yapılan değişiklik dikkate değerdir. Gerek Çeçenlere karşı yapılan müdahaleler ve gerekse Gürcistan’a açılan savaşta tüm diğer devletlerin söylediklerine kulak asılmaksızın “Rus” odaklı hareket edilmiştir. Bugün itibari ile Rus politikalar bir “Doğalgaz Tekeli” olma yönünde ilerlemektedir.


Vladimir Vladimiriç Putin

Küçük boyutlarına ve nüfusuna rağmen Azerbaycan muazzam enerji kaynakları dolayısıyla jeopolitik önemi haizdir. Hazar Denizi Havzası ve Orta Asya’nın zenginliklerini içeren şişenin mantarıdır. Azerbaycan Moskova’nın kontrolüne girdiği takdirde Orta Asya devletlerinin bağımsızlığının anlamı kalmaz. Batı pazarlarına Rusya’nın kontrolündeki topraklardan geçmeyen bir boru hattıyla bağlanan bir Azerbaycan, Batının enerji zengini Orta Asya ülkelerine geçiş yolu oluşturur. Ukrayna kadar, Azerbaycan ve Orta Asya’nın geleceği de Rusya’nın geleceğini belirleyecektir.

Rusya’nın Glasnost ilanının hemen ardından BDT teşkilatını kurması Rusya’nın eski devletlerini çok da kendi kafalarına göre hareket etmesine müsaade etmeyeceğinin ilk işareti olarak da yorumlanabilir.

Türkiye ve İran, Rusya’nın gücünün gerilemesinden yararlanarak Hazar Denizi - Orta Asya bölgesinde belli derecede etki teessüs etmeye uğraşmaktadırlar. Bu açıdan, jeostratejik oyuncu kabul edilebilirler. Ancak her iki ülke de ciddi iç sorunlarla karşı karşıya olup, güç dağılımında büyük değişiklik yapabilme etkileri sınırlıdır. Aynı zamanda rakip olduklarından biri diğerinin etkisini silip götürme eğilimindedir. Örneğin Türkiye’nin etkin rol kazanmış olduğu Azerbaycan’da İran’ın tutumu daha ziyade Rusya’dan yanadır.[4]

Özellikle Ermenistan Türkiye ve Azerbaycan işbirliğinin yumuşak karnı olarak önemli bir koz olarak kullanılmaktadır. Karabağ meselesinin ortaya çıkışındaki Rusya’nın etkin rolü ve Birleşik Devletlerin olaya göz yumması Türkiye’nin “pivot” ülke konumundan öte bir görevlerde görülmemek istenmesi olarak görülebilir. Diğer bir yandan ise Rusya’ya olan Türkiye’nin ve diğer ülkelerin çeşitli bağımlılıkları (Türkiye’nin doğalgaz, Azerbaycan Rusya’da yaşayan nüfus, İran nükleer program vs.) bölge ilişkilerinin iki taraflı keskin kılıç haline getirmektedir. Bölgede hiçbir ülke bir diğerine kolay kolay gelecekteki tarihlerde de sırt çeviremeyeceğe benziyor.[5]


Şekil 2: Şiddetin Küresel Bölgeleri; Huzursuzluk, Çatışma ve Şiddet Bölgeleri

Kremlinin arzusu Rusya’yı yeniden bir küresel güç haline getirmektir. Eski Sovyetler Birliği’nin kapladığı tüm alanı Kremlinin özel jeopolitik çıkarları içinde görmekte, her türlü siyasi - hatta ekonomik etkiden uzak tutmak istemektedir.[6]

Bugünün Avrasya Balkanlarındaki rekabet direkt olarak üç komşu gücün arasındadır. Rusya, Türkiye ve İran. Bu rekabetin içinde uzaktan uzağa Çin, Ukrayna, Pakistan, Hindistan ve Amerika da vardır. Üç ana rakip yalnızca jeopolitik ve ekonomik çıkarlarla hareket etmezler; tarihi dürtüler de işin içindedir. Her biri bir zamanlar bölgede siyasi veya kültürel açıdan egemendiler. Her biri diğerine kuşkuyla bakar. Aralarında kafa kafaya bir savaş pek olası değilse de rekabetin kümülatif etkisi bölgesel kaosa yol açabilir.

Tarihin bölgedeki inanılmaz etkisi açıktır. Rusların Deli Petro döneminden beri var olan açık denizlere inme hevesleri oldu olası Türkiye adına açık tehdit olmuştur. Diğer yandan zayıf bir Türkiye ise İran’ın İslam Dünyası üzerinde “liderlik” arzularını kabartır. Bir diğer yandan ise zayıf bir Türkiye İran’ın doğu komşuları olan “Türkî Cumhuriyetler” ile de ilişkilerinin asgariye inmesini sağlayacaktır. Bu noktada Rus ve İran çıkarları birbiri üzerine örtüşmektedir. İran’ın “Şah devrimi sonrası açık şekilde ifade edegeldiği “İsrail ve Birleşik Devletler” düşmanlığı ise Türkiye’ye bölgede “Akil devlet” olmasını sağlar.


Şekil 3: Rusya, Türkiye ve İran’ın Rekabet Ettikleri Bölgeler

Rusların tutumuna bakarsak, Türklere karşı düşmanlıkları saplantı (obsession) halindedir. Rus medyası Türkleri bölgenin kontrolünü ele geçirmeye çalışan, Rusya’ya karşı yerel direnişçileri kışkırtan (Çeçen olayında pek de haksız sayılmazlar) ve tüm Rusya’nın güvenliğini tehdit eden unsur olarak nitelendirir. Türkler de onlardan aşağı kalmaz ve kendilerini, kardeşlerini uzun süreli Rus baskısından kurtarıcı rolünde görürler. Türkler ve İranlılar da bölgenin tarihi rakibidirler. Son yıllarda bu rekabet canlanmıştır. İran’ın İslam toplumu kavramına karşı Türkiye modern ve laik bir alternatif olma imajını sunmaktadır.

Küresel bir aktör olma yolunda emin adımlarlar ilerleyen Çin, sadece Birleşik Devletleri değil yakın komşuları olan Rusya ve Kazakistan’ı bir hayli telaşlandırmaktadır. Çin’in nüfus açısından dünyanın en büyük devi olması ve bölgedeki sınırların hem uzunlukları hem de coğrafi şartları nedeniyle tam korunaklı olamaması sonucu bölge bir “Çinli nüfus” tehdidi ile yüz yüzedir.

Orta Asya’nın geleceği ise daha da karmaşık şartlar bütünü tarafından yönlendirilecektir. Orta Asya devletlerinin kaderini Rusya, Türkiye, İran ve Çin arasındaki nazik çıkar ilişkileri kadar Amerika’nın Rusya ile ilişkileri tayin edecektir. Bölgedeki tek bir gücün hâkim olamayacağı hemen hemen kesindir. Esas tercih, bölgenin küresel ekonomiyle entegrasyonunu sağlayacak hassas bir denge ile teknik çatışmaların, siyasi bölünmenin, hatta düşmanlığın kol gezdiği bir cadı kazanı arasında olacaktır.[7]

Bölüm 2. 2: Brzezenski - Jeostratejik Üçlü


Rusya’nın Jeopolitik Durumuna İlişkin Tespitler

1. Rusya ekonomisi Amerika’nın yaklaşık onda bir büyüklüğünde olup, sınaî tesislerinin yaşı OECD ortalamasının üç katıdır.

2. 70 milyon Rus, ABD’de ölçülen en yüksek değerin beş katı daha kirli şehirlerde yaşamakta olup, Rusya’da tüketilen suyun %75.i sağlığa zararlıdır.

3. Rusya’da son zamanlarda gerçekleşen doğumların yalnızca %40.ı tam sağlıklı bebeklerle sonuçlanmıştır.

4. Rusya’nın doğu komşusu Çin’in nüfusu 1,2 milyar, batıda AB’nin 375 milyon, güneydeki Müslümanların 300 milyondur.

5. Rusya’nın 1990.da 151 milyon olan nüfusu 1999’da 146 milyona düşmüştür.

6. Çin’in ekonomisi Rusya’nın 4 katı büyüklüktedir. Son on yılda Çin’e giren yabancı sermaye Rusya’nın 30 katı olmuştur. AB ekonomisi Rusya’nın 10 katı büyüklüktedir.

7. Komünizmden kurtulan orta Avrupa’nın aksine, Rusya’da bugünkü siyasi elit, KGB - ordu yöneticileri ve eski bürokratlar ile kriminal oligarşi arasındaki ittifaktan oluşmaktadır. Rusya’nın şu anki bütün üst düzey yöneticileri, eski Sovyetler Birliği hala duruyor olsaydı yine yönetimde olurlardı.

8. Mevcut Rus hükümeti, esas hedeflerinin demokratik reform değil, Rus gücünün yeniden kazanılması olduğunu açıkça ortaya koymuştur.

9. Eski Sovyet ülkeleriyle ilişkilerinde serbestçe hareket edebilmesi için Rusya batıdan hoşgörü beklemektedir.

10. Demografi ve coğrafyadan doğan sorunlar ileride çatışmalara yol açabilir.[8]

“Yeni Dünya Düzeni” olarak adlandırılan “Soğuk Savaş” sonrası dönemde Rusya önce tamamen diğer “Batı” devletlerine teslim olmuş durumda idi. Bu durum Putin iktidara gelene kadar devam etti. Ancak şu da bir gerçektir ki kendisini iki farklı imparatorluğun da bakiyesi[9] olarak gören Rus halkının tepkisine neden oldu. Öyle ki bir dönem tüm Batı medeniyeti içerisinde ayrı bir alternatif oluşturma iddiasındaki Rusya “beyaz bayrak” çekmişti.

Putin’in uzunca bir süredir iktidar olduğu döneme baktığımızda ise Rusya bugün de iktisadi olarak Birleşik Devletler ile ciddi bir rekabet içerisine girebilecek konumda değildir. Öyle ki gitgide azalan nüfusu ciddi bir sorun olarak hali hazırda durmaktadır. Fakat uluslar arası ilişkilerde aktif bir rol oynayan Rusya Avrasya’nın en dikkat edilmesi gereken devleti olmaktan çıkmamıştır. Ukrayna krizi ile birlikte kendisine enerji bakımından bağımlı olan Avrupa’yı tehdit edebilecek gücü de kendinde görebilmektedir.

Rusya yeniden bir kutup olmak adına ittifaklara ve emin adımlara imza atmaktadır. Bunun adını ise Putin’in kitabına da vermiş olduğu “Yönetilebilir Demokrasi” gayri resmi olarak konmuş olduğunu söyleyebiliriz. Buna göre aslolan haklar ve özgürlükler manzumesinden öte, Rusya’nın bizatihi çıkarları olacaktır. Sovyetlerden miras olarak kalan “nükleer güç” ve “Kızılordu” bu uğurda tehdit unsuru olarak gösterilmekle beraber belki de dünyanın daha önceleri şahit olmadığı “doğalgaz kesintileri” ve “enerji fiyatları” da ciddi bir silah olarak Rusya adına işlevsellik kazanmış durumdadır. Öyle ki hali hazırda GAZPROM Avrasya’nın en büyük doğalgaz devlerinden biri haline gelmiştir.

Eski Sovyet Cumhuriyetleri olan “Bağımsız Devletler Topluluğu” üyeleri yönetici sınıfının neredeyse tamamının “Sovyet” ekolünü takip etmesi ise AB ve Birleşik Devletleri bölge siyasetini hayli zorlaştırmaktadır.

Sovyet sonrası Rusya Federasyonu’nun ilk günlerinden günümüze kadar değişen ilk belirgin siyaseti İslam mensuplarına olan tavrındaki değişikliktir. Ramazan Kadirov’un Çeçenistan’ın başına geçirildiği/geçtiği günden beri Müslümanların yoğunluğunun ve ağırlığının bulunduğu Kafkasya bölgesinde İslami haklar ve özgürlükler hiç olmadığı kadar serbest hale gelmiş durumdadır.

Stratejik Rehber 

1. Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünden alınacak dersler Rusya’nın bugünkü ikilemleriyle yakından ilişkilidir.

2. Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünü takiben Türkiye’nin kendini yeniden tanımlaması, reformcu bir kritik kitlenin (bir değişimi gerçekleştirmek için gereken asgari sayı) varlığı ve Batının daha sonra bunu kabullenmesi sayesinde gerçekleşmiştir.

3. Gelecek kuşak Rus liderleri de Batıdan yana tavır koyan, kararlı bir kritik kitleyi oluşturabilir.

4. Bunu sağlamak için Batının mali yardımı münhasıran demokratik görüşlü yeni bir elit tabakanın geliştirilmesine odaklanmalıdır.

5. Putin rejiminin desteklenmesi, Rusya’nın demokratik, Avrupa’ya yakın, milli bir Rus devletinin doğuşunu geciktirmekten başka bir işe yaramaz.

6. Yeni bağımsız devletlerin desteklenmesi, Rusya’nın yeniden tanımlanmasına yardımcı olacaktır.

7. AB ve NATO, Rusya’nın da ilerde üye olmasını Rusya’ya resmen teklif etmeli ve Kaliningrad’ın özel bir AB statüsü kazanması konusu da dâhil olmak üzere üyelik esaslarını müzakere etmelidirler.

8. Bu arada AB ve NATO’nun genişleme süreci sürdürülmeli, böylece Rusya’nın hemen batısındaki ikircikli durum ortadan kaldırılmalıdır.

9. Daha yakın bir NATO - Rusya ilişkisini içeren bir kıtalar ötesi güvenlik diyalogu ilerde iki ana Avrasya güvenlik üçgenini birbirine bağlayabilir.

10. Etkin bir ilişki tek taraflı bir ilgi ile değil, Rusya’nın tek seçeneği batı ile yakınlaşmak olacak şekilde bir jeopolitik kararlar dizini almak suretiyle gerçekleşebilir.[10]

Savaş usulleri tarih boyunca evrimleştiğini hepimiz biliyoruz. Modern dönemde de insanlık artık “kitle imha” olarak nitelendirilen NBC silahları ile tanışmıştır. Ancak bu silahların kullanımı büyük sayıda insan kaybına yol açacağından kullanan taraf adına dahi olsa sıkıntılar doğurma ihtimali su götürmez biçimde ortadadır. Bunların yerine “Diplomasi” sanatı ciddi bir cephe görünümüne kavuşmuştur. Uluslar arası örgütler ise “Diplomasi” sanatının ayyuka çıkarak şahika eserlerinin verildiği yerler durumuna gelmiştir. Ancak hemen hemen her konuda olduğu gibi insanlar bu konuda da olayı çetrefillendirmenin farklı alanlarını yaratmış durumdadırlar. Çetrefillendirmenin doneleri olarak “Psikolojik Harp” teknikleri ve “Terör” kozu kendini göstermektedir.

Ortaçağ sonrası dönemde “Düveli Muazzama” adına sömürmek yeterli olabilirken bu durum “kontrol edebilmek” olarak da kendine yeni bir boyut edinmiştir.

NATO ve AB şuan Rusya için “uzak ihtimal”ler olarak görünse bile Birleşik Devletleri Stratejisi’nin en önemli isimlerinden Brzezenski belki de “karşımda olup ne yaptığını sezemeyeceğime, yanımda olsun neler planlandığını bir nebze olsun görebileyim” mantığı içerisinde Rusya’nın bir dönem imkânsız ve tartışılması teklif edilemez üyeliklerinin sunulması gerektiğini kitabında tartıştığını görüyoruz.

Kim bilir, belki de yakın gelecek “Yeni Soğuk Savaş Cepheleri” oluşturacaktır. Böyle bir dünyada ne nasıl şekillenir, kim kimden yana olur gibi konular muğlâk olarak gözükse bile Rusya tarihi, coğrafi ve yer altı kaynakları zenginliklerini “diplomasi” ile taçlandırdığı sürece dünya siyasi arenasının en göze çarpan satranç oyuncularından biri olacaktır.

[9] Çarlık Rusyası ve Sovyetler Birliği

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder