5 Aralık 2013 Perşembe

Selanik Nerede?


“Bundan tam yüz yıl önce Osmanlı şehriydi Selanik. Bu gün sokakta sorsak “Selanik nerede?” diye kaç kişi haritada Selanik’in yerini gösterebilir?”

Balkan Harpleri’nin tarihinden bahsetmeyeceğim. Hani şu “orduya siyaset karıştığı için” kaybettiğimiz savaşlardan. Böyle bir hadsizliğe düşmeyeceğim. Lâkin yüz yıl sonra Balkan Harpleri’nden etkilenen birisi olarak, Balkan Harpleri’nin yüz yıl sonraya etkileri üzerine düşünmeye çalışacağım.

Biz aslında neler kaybettik 20. Asrın başlarında? Galiba Cemil Meriç haklı: “Kaybettiklerimizin belki en değersiziydi toprak.”

Mesela Misak-ı Millî’mizi kaybettik ya da Nizam-ı Âlem idealimizi. Hani önceleri yeryüzünü vatan, gökyüzünü çadır ve güneşi tuğ bilirdik. Doğu Türk’üydük o zamanlar, daha “Batılı” olmamıştık. Sonra Alparslan döneminde başlayan Anadolu serüvenimiz vardı. Tarihin tozlu sayfaları arasında kalan bir Selçuklu dönemi ve ardından Osmanlı…

Osmanlı’nın zayıfladığı dönemlerde Meclis-i Mebusan’ın kullandığı bir tabirdi Misak-ı Milli. Cumhuriyeti kurarken Misak-ı Milli’ye sadık kalamamıştık ama aklımızın bir yerlerinde duruyordu Misak-ı Milli.

Bizim “kırmızı çizgilerimiz” vardı. Biz diye devlet olarak bizi değil, millet olarak bizi; millet olarak da fert fert bizi kastediyorum. Neydi o kırmızı çizgiler? Bildiğimiz kadarıyla başta bütün dünyayı kapsayan, sonra siyasî Misak-ı Millî sınırlarına çekilen, naçârlıktan 783.562 km²’ye düşen, bir dönem doğduğumuz şehrin hudutlarıyla mahdut ve bugün evimizden de geçtim kendi odamıza kadar daralttığımız kırmızı çizgiler…

Devletler bazındaki sınırları kastetmiyorum, o uçsuz bucaksız olması gereken hayallerimizin bir kısmını soruyorum. Evet, ülkelerin toprak bütünlüğüne saygılıyız ve hayır kimsenin ülkesine askerî müdahalede bulunma taraftarı değiliz. Lâkin olur ya ülkelerin toprak bütünlükleri başka bir şekilde bozulursa ne yapacağız?

İşte Irak… Tüm gerçekliğiyle karşımızda. Yaşanan vahşeti kastetmiyorum. Bu sorunun cevabını o zaman bulamamıştık. Hattâ belki aklımıza dahi gelmemişti bu soru. Bunun neticesinde meydana gelen kararsızlığın ceremelerini hâlâ bugün de çekiyoruz.

Peki bugün? Bugün bu soruyor muyuz kendimize? Eğer son Meclis-i Mebûsan’ın belirlediği siyasî Misak-ı Millî’mizin içinde yer alan bir devletin toprak bütünlüğü bir üçüncü güç tarafından bozulursa, buna karşı tutumumuz nasıl olacak?

Zannediyorum bu mevzunun cevabını verebilmek için evvelen siyasi Misak-ı Millî hudutlarını bilmek lâzım. Hayır, hepsini ben de ezberden söyleyemem. Gözümü kapattığımda gözümün önüne bir harita geliyor ama galiba o dünya haritasıydı. Bu mevzuyu aydınlatması gereken zevât-ı kiram içindir söylediklerim.

Tam burada Nâzım Hikmet geliyor aklıma. Yok yok ideolojisi, inançları değil bir şiiri geliyor: “Kalbimin yarısı buradaysa doktor, yarısı Çin’dedir/ Sarı Nehre doğru akan ordunun içindedir.” Devamı da gelmiyor zaten. Neden aklıma geldiğini düşünürken de şu sonuca ulaşıyorum: Acaba “komünist” Nâzım’ın Çin sevdası kadar bende Misâk-ı Millî sevdası var mı? Diye sorguluyorum aslında kendimi.

Hakikaten Selânik nerde?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder