2 Ocak 2014 Perşembe

Türk Tarihçiliğinin Paradoksu


Bir arkadaşım bir akademisyenin mini-makalesinden hareketle Kimmerlerin Türk olduğunu savunmuş, O'na istinaden yazılmış cevabımdır:

Genel olarak tarihçilerimizin, tarih disiplini tahsili dışından biri olarak metodolojik olarak düştüğünü düşündüğüm bir hata diyemesem de istemsiz kusurun mevcudiyetini düşünüyorum.

Türk kelimesi malumdur ki İsa Nebi'nin doğumun öncesine rastlanan bir isimlendirme. Kısaca tarih ders kitaplarımızda bilinen en eski hükümdarı Tuman'dan (bize daha çok Teoman diye öğrettiler.) beri bu isimlendirme var. O'nun oğlunu biz Çinliler tarafından Mao-tun olarak isimlendirildiğini ve Kür - Şad'ın amcası olan ve Atsız'ın Kara Han olarak isimlendirmeyi tercih ettiği hükümdarın ismine Kieli olarak rastlarız. Büyük ölçüde Türk isimlerinin Çinlilerce anlaşıldığı üzere ve Çin yazısının el verdiği ölçüde yazıldığı açık. Çinliler tarihin en erken dönemlerimden beri yazmışlar, yazmışlar ve yazmışlar. Daha önemlisi de muhafaza da etmesini bilmişler. Fakat Çinlilerin tarihe "ASIMILASYON" ve "BÖL, PARÇALA,YÖNET" gibi kavramların mucidi olmak gibi önemli(!) bir katkısı olmuştur. Demem o ki Çinlilerin tarihçiliğine ancak bir Çinli gözünden bakıldığından işlevsellik arz eder.

Biz maalesef tarihimizi, Çinli gözünden, Rus gözünden, Fransız gözünden ve İngiliz gözlerinden okuyarak özbeöz Türk olan atalarımızın isimlerini bile yabancı gözünden onların düşündüğü biçimde idrak eder olduk. Nispeten Macar tarihçiler bazı isimleri güzel muhafaza etmiş. Moncuk, Ulduz ve Attila(Atailla). Buna istisna Bahattin Ögel, Osman Turan, İbrahim Kafesoğlu gibi isimlerin çabalarını görmezden gelemeyiz. Şu sıralarda halen aynı derecede uğraş veren Ahmed Taşağıl gibi bir ismi de anmamak olmaz. Servet Somuncuoğlu'nun - Allah mekanını cennet etsin - kaybolmak üzere olan Saymalıtaş'ta yaptığı iş unutulmaz. Tarihçiliği vakanüvislikten ayıran tarihçinin sebep sonuç içerisinde yaptığı yorumlar, yani tarihe has bir şekilde yapılacak olan felsefe, yerleşmiş ismi ile "tarih felsefesidir."

Tüm bunların dışında, hariçte bir ekol ya da gurup oluştu ki bahsettiğim kusur bunlardan yayıldı. Kazım Mirşan ve Haluk Tarcan, Orhun Bengütaşları'nın yanlış okunduğu gibi bir teori ile çıktılar ve farklı bir şekilde tarih inşaasına giriştiler. Runik ya da Futhark olarak adlandırılan tüm alfabedeki yazıları Türkçe içerisinde kendi metodları ile okumaya başladılar. Latin alfabesinin, Sümerlerin, Akadların, Hititlerin ve sizin hakkında bir mini-makale göndermiş olduğunuz Kimmerlerin Türk kökenli olduğunu söylemeye başladılar. Gel zaman, git zaman Çin'de "Beyaz Piramitler"in varlığı konuşulmaya başlandı, derken 400 seneyi geçkin süre boyunca Bosna'da da piramit olduğunu düşünür olduk. Akabinde Mısırlıları da Türk mü denilmeye başladı... Kesinlikle küçümsemiyorum. Ancak tarih çevreleri onları benim rastladığım nispette ciddiye almıyor.

Lakin gizleniyor denilen Çin egemenliğinde piramitler için resmi olarak bir üniversitemizin araştırma talebinde bulunduğuna dair bir veri yok. Arkeoloji konusunda bırakın doğada keşfedilmeyi bekleyenleri, müzede olan eserlerimizi olsun, koruyabiliriz bir gün diye dua ediyorum. Schliemenn gibi mezar soyguncusu ve tescilli bir hırsızın Troya'daki yaptığı tahribata tarih, şahittir. 

Batı tarih kitaplarında ve kaynaklarında Hunların (doğru biçimi ile Khunlar ya da Azerbaycan Türklerinin güzel alfabesi ile Xunlar) Türk olduğuna çok hevesli bir bakış olduğunu Çin kroniklerine rağmen söylemek zor. Hunları Moğol, İranlı hatta Rus olduğunu bile söyleyenlere rastlanır. Jean Paul Roux isimli ruh hastası Fransız Türklere ait ne var ne yok, Sogdlulara dayandırmak için kendini paralar. İskitleri Türk haricinde her şey yaptılar. Hele ki Buda'nın bir İskit Prensi olabileceği gibi bir iddia ortada iken... 

Bizim ne hikmetse "Şaman" dediğimiz atalarımıza tüm bu subjektiviteye karşın Tengrici (Tengriism) olduğunu söylerler. Şaman, bir Rus tabiridir ve doğa dinlerinin hemen hemen hepsini kapsar. Geçenlerde bir psiko-mitoloji kitabına rastladım ve hemen edindim. Tahminim Türkiye'de bir ilk. Ancak yazar o kadar çok bu şaman tabirini özümsemiş ki işi bir adım ileri götürüp Türklerin "Animist" (Afrika ve Güneydoğu Asya kabile dinlerinin genel ismi) de yapmış. Türklerin Türk olmadığını(!) iddia ederseniz, kıymete mazhar olmaya başlıyorsunuz. Tıpkı Ulubatlı yok demek gibi, tıpkı Türk ırkı yok demek gibi. 

Türkler göçebe dediler bize hep. İyi de bizim yaylağımız vardı, yeri belli idi. Ha keza kışlak. Bizim atlarımız vardı Romanlardan farklı olarak. Koyunlarımız vardı. Diğer göçebelerin sahip olamadığı devlet örgütlenmesi, vergilendirmemiz ve dünyayı atımızın nalları altına seren ordularımız vardı. Bugünkü tüfek menzili ile denk atış yapabilecek malzeme bilimimiz ve mühendisliğimiz vardı. Binlerce kilometre öteye binlerce insanı sevk edebilecek, idari disiplin ve lojistik söz konusu idi. Adına ordu dediğimiz insan kalabalığı subaylarının bir hareketi ile hucüm ediyor, bir hareketi ile geri çekilyor ve bir anda at sürerken ters dönerek ok yağdırabiliyordu. Maalesef bu atışın adı günümüzde "Part Atışı"(parthian shot) olmuştur. Biz maksatsız dolanan göçebeler değildik. Bizler atlı-göçebe, özel ismi ile "nomad" idik...

Yukarıda iki uç örneği aktarmaya çalıştım. Genel itibari ile metodolojideki kusur bizim Tarih literatüründe bizden önceki kavimleri de kendimize yormamız. Kendimiz derken bile çok geniş bir kitleden söz ediyoruz. Türk denilince şu an en kalabalık olarak Anadolu Yarımadası'nda yaşayan, fakat tüm Ortadoğu dahil; Adriyatik'ten Çin Seddi'ne yayılmış kitlelerden söz ediyoruz. Şimdilerde Türk yerine Türkik(Turkic) gibi bir deyim kullanılıyor. Kilim desenlerinden tutun da deyimlerine, tahtaya vurmalarına, at sevgilerine, kurdu sembol bilmelerine kadar kültürel özellikleri büyük ölçüde benzeşir. Sümerleri kesinkez Türk demek yüzde yüz doğru değildir ve kabul görmez. Ancak Sümer folklörüne Türkler'de rastlanır(Allah Gönül Tekin Hocamıza uzun ömürler versin). 

Ha keza İskoç gaydası ile Karadeniz tulumu arasında nota aralıklarının farklı da olsa büyük benzerlik, Kimmer ve Keltlerin bu coğrafyadan geçtiğinin ve etkileştiğinin büyük "alamet-i farikaları"dır. Yerel müziklerdeki tını ve söylev benzerliği hiç azımsanmaz. Keltler de turnalara bizim gibi ağıtlar yakar. Çok uzak akrabalarımız Kızılderelilerin bazı kavimleri savaşa girdikleri vakit, Alparslan'ın Malazgirt Meydan Muharebesi'ne girdiği vakit yaptığı gibi "atlarının kuyruklarını düğümler"...

Umarım; gün gelir de tarihçilerimiz çok daha fazla yabancı dil ile, yabancı kaynaklar ile ve daha fazla arkeoloji ile; belki daha da ehemmiyetlisi "felsefe ve sosyoloji" ile daha fazla haşır neşir olurlar.

El hasılı kelam, Mustafa Kemal'in dediği gibi "Tarih yazmak, tarih yapmak kadar önemli bir iştir."... Çünkü bir milleti vizyone ve idealize eder. Hedeflerini ve karakterini belirler. 

Tüm bunların yanında ise;

Konjektürde iki hata yapılmamalı ve yapıldı ise hemen tövbe(!) edilmeli:

İlki, Türk olmak(!)
İkincisi, Müslümanca yaşamak(!)


Allahû Âlem(En doğrusunu Allah bilir)

Vesselam...

www.uskudarcevresi.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder