24 Temmuz 2014 Perşembe

Filistin Meselesi'ne Ters Şeritten Bakışlar

Kudüs Ey Kudüs! 
Seni unutursam Ey Kudüs
Sağ elim hünerini unutsun
Eğer seni anmazsam
Kudüs'ü baş sevincimden üstün tutmazsam
Dilim damağıma yapışsın!
Mezmurlar 137

“Dost bivefa, felek birahm, devran bisukün
Dert çok, hemdert yok, düşman kavi, tali’ zebun”.
Fuzuli

Ergün Yıldırım: Bu yürüyüşün başarısı, Gazze'de bombaların durması, Filistinli çocukların İsrailli katil askerleri korkutmak için 'Recep Tayyip Erdoğan' diye bağırmaya devam etmeleridir.[9]

Nedir Filistin Meselesi? Tek başına, mücerret bir mevzii ihtilaf mı, yoksa çok daha derinlikli bir şey mi?
Öncelikle bilmek gerekir ki Filistin Meselesi çok daha büyük meseleler cümlesinin cüzünden başka bir şey değildir ve yine bilmek gerekir ki hemen hemen bütün siyasî konuların olduğu gibi bu konunun da kökleri ve çözümünün ip uçları tarihtedir. Amma bunun için de "Tarih" in yani asıl ve gerçek tarihin ise İbn Haldun'un büyük bir isabetle belirttiği gibi, eskilerin hikayelerini anlatan (esatir'ül evvelin) ve en iptidai şeklini eski Grekler'de bulan historia değil de "Tarih Felsefesi" demek olduğunu fehm ve idrak edilmesi şarttır.[8]


Diyor Rahmetli Durmuş Hocaoğlu 2002 yılında Filistin üzerine yazdığı yazısında... Yani Filistin Meselesi sadece Filistin'den ibaret değildir. Küçük çocukların alıntılamış olduğum yazarın ifadesi ile "küçük çocukların İsrail askerlerini Erdoğan diye bağırarak" korkutması da değildir.

Lakin bir "anti-semitizm" de değildir. Tek başına bir "Arzı Mevud" hayali değildir. Filistin zannedildiğinin aksine sadece bir insanlık dramı da değildir. Filistinli günahsız çocukların can verişleri karşısında sanıldığının tam da aksine onların anne babaları olan Filistinli yetişkinlerin mensup olduğu bazı örgütler o çocukları katleden bombaları atanlar kadar mücrimdir, suçludur. Hatta üzerilerine gelinmesini hasleten talep etmektedirler.

Velakin birazdan okuyacaklarınız çok hoşunuza gitmeyecek diye tahmin ediyorum. Okumaya değer mi, değmez mi ancak yazının sonunda "okuyucu" tarafından hüküm verileceğini sanıyorum. "Taraftar" olanlara söyleyecek sözüm yoktur. 

Peki Filistin neresidir? Ya da neresi değildir. Piyasada o kadar çok harita dolaşıyor ki. İnsan hangi birine inanacağını şaşırıyor. Bir ortak noktaları olduğu kesin. O da Filistinlilerin sahip olduğu topraklar "bir şekilde" gitgide küçülmektedir, azalmaktadır. Vurula vurula, öldürüle öldürüle. Bir savaş hali hemen hemen hiç kesilmiyor.

Zannedildiğinin aksine Filistin hakiki bir devlet organizasyonuna sahip değildir. Modern manada polisi, askeri  yoktur. Maliye ya da sosyal güvenlik kurumlarının düzeninden yoksundur. Filistin de düzenli bir hukuk ya da anayasadan söz edilmez.[3] Kısacası Filistin modern manada bir devlet değildir. Olmak için uğraş verdiğini de şu şartlar içinde oldukça güç. Ancak Gazi Mustafa Kemal Paşa'nın tüm Anadolu'nun hemen hemen işgal altında olduğu dönemde bile açmış olduğu meclis ki parlementer rejimlerin kriz durumlarında ne kadar kötü mekanizmalar olduğu bilinmesine rağmen, bu tarzda bir hareket planlamasına başvurduğunu hatırlatmak isterim. Elbette ki savaş halindeki bir ülkede demokrasi uygulanması ve parlementodaki her "kanaaat önderi"nin (vekil diyemeyiz) ülke siyaseti hakkında argo ifadesi ile yalap-şalap; ağzına geleni söylediği ve aklına geleni uygulamaya kalkıştığı bir modelden bahsetmiyoruz. Fakat devlet dediğimiz soyut kavram, bir felsefi ve kurumsal ve dahi bürokratik alt yapılarla işler...

Filistin'i eğer bir devlet olarak tüm bu saydığımız olumsuzluklara rağmen bir devlet olduğunuzu farz edelim. Peki bu devletin başındaki isim kimdir? FKÖ temsilcisi Mahmut Abbas mı? Hamas mı? Ya da El Fetih örgütü? Ya da bunların dışında bir diğer örgüt mü? Bunu net olarak söylemek güç. Peki bunca kavgaya neden olan Gazze şeridi neresidir? Ne kadar bir yerdir? Hemen söyleyelim: 

Gazze'nin tamamı 51 km'ye 11 km'dir. Resmi aşağıda görebilirsiniz:

Toprak "vatan" olduktan sonra büyüklüğünün bir önemi yoktur. Ancak bu bölgede veriler çok sağlıklı olmamakla beraber bölgede 1,8 ila 2 milyon arasında bir sayıda insan yaşadığı tahmin ediliyor. Bölgede yardım ekonomisi hakim. Herhangi bir sanayi ya da her altı kaynağından söz etmek güç. Filistin hakkında çok şey söylerken boyutlarının dahi ne olduğu konusunda ciddi bir bilgi sahibi değiliz.

FKÖ ülkemizde yaşanan üniversite olayları sırasında Marksist Leninist örgüt militanlarına askeri eğitim vermiştir.
El Fetih için kuruluş tarihi daha ileride verilmesine rağmen filizlenmesi ve isminin ilk geçişi Osmanlı askerlerine karşı savaşan Araplar arasında rastlanır. "Kudüs Ey Kudüs" kitabına göre bu örgüt çok iyi tanıdığımız Lawrance tarafından kurulmuştur.[4]

Yaşanılan İsrail merkezli şiddet olaylarına bir kod isim versem icap etse herhalde ismine "Katyusha"[5] derdim.

Katyusha Füzelerine ait menzil haritası
Katyusha İkinci Dünya Savaşı'nda popülerlik kazanan bir Rus şarkısıdır. Melodisi kullanılarak Türkiye'de bir hayli şarkı yapıldığından hepimiz aslında şarkıya aşinayız. Daha sonraları bu isim Rus füze rampalarına verilmiştir. Bu rampalardan kısa menzilli füzeler atılmaktadır. Katyusha füzeleri için menzil 20 km civarlarındadır. Yerleşim planlamalarına göre bu füzelerle İsrail topraklarının yüzde 70'i, nüfusunun ise yüzde 80'i bu füzelerin menzili altında kalmaktadır. Bu roketlerin Filistin'de bulunan örgütlerden herhangi biri tarafından rastgele ateşlenmesi İsrail tarafından yüzlerce insanın katledilmesi için sebep doğurmaktadır.

Yine Filistin'de bazen bu roketler soba borusu gibi tamamen standart dışı malzemelerle üretilerek hedefi ve nereye düşeceği tam olarak belli olmadan ateşlendiği vakalar mevcuttur. Soba borusundan üretilen füzelerin molotof kokteylinin daha büyük boyutlu olanından çok fazla farklı değildir. Füze tarifine de çok uymamaktadır.

Son olayların 3 İsrail vatandaşının öldürülmesi ile başladığını tekrar hatırlatmakta yarar vardır. İsrail'in "orantısız güç" kullandığı ve çoluk çocuk ayırt etmeden öldürdüğü kesin olmakla beraber "arının yuvasına" çomak sokan bir tarafı da yok görmek olmaz. Ayrıca İsrail'in diğer "Dünya Yahudileri"ni kendisine çekmek ve yardım toplamak maksatlı özellikle "anti-semitizm"i bilinçli olarak yükselttiğini aşikar bir durumdur. Eğer dünyada Yahudilere karşı bir tehdit ya da saldırı olmasa neden İsrail'e yardım edilsin ya da neden bu topraklarda ikamet edilsin? Bu hususlarda Müslümanlar biraz daha fazla kafa yormalıdır.

Maalesef Türkiye'de anti-semitizm tarihin hiçbir devrinde yokken "Mili Görüş" ile başlayan ekol bunu Türkiye'de başlatmış ve son dönem iktidar partisi ile daha üst seviyelere taşımıştır. Ancak hem "Hoca" hem de "Usta" döneminde İsrail ile yapılan ticari ilişkiler ve yürütülen askeri projeler başta olmak üzere ticari konuların hacmi dikkate ve incelenmeye değer. Yazının fazladan uzamaması için bu rakamları vermeyeceğiz.

Ortadoğu kelimesine karşı alerjen bir tavrım olduğunu daha önceki yazılarımla defaatle bildirmiştim ve bu kelimeye üstüne basa basa olumsuz bir mana yüklüyorum. Ortadoğu bölgeye Albay Alfred Mahan ki ne büyük bir tesadüf olsa gerektir; kendisi bir "İngiliz" konulduğunu hatırlatmak isterim. Eğer dünyanın merkezini İngiltere kabul ediyorsanız, evet doğrudur; bölgenin adı Ortadoğu'dur. Ne ilginçtir ki bu isimlendirmenin lanetinden olsa gerek; bölge yeni adına kavuşur kavuşmaz kanayan yaralarından akan kan biraz daha hızlanmıştır. Bölgenin başlıca kanayan yaralarının başında Filistin başı çekmektedir. Fakat değişen konjüktürde belli bir aynileşme de dikkat çekmektedir. Bunların başını ise "Cihadistler" çekmektedir.

El Kaide ile başlayan süreçte Birleşik Devletler'in Sovyetler'e karşı silah verdiği, eğittiği ve siyaseten bazı konumlara getirdiği adına özetle "Yeşil Kuşak" denilen bir yapıdan söz etmekte yarar var. El Kaide bu örgütlerin Soğuk Savaş sonrası oluşan "kaotik eksiklikte" bir Batı düşmanlığı ile hareket ettiklerine dair fazlaca bir propoganda yapıldı. Bunun belli bir doğruluk oranını inkar edilmesi güç olsa da bunu bir dinin tüm mensuplarına mâl etmek için İngilizce "mass-media" denilen önde gelen medya ekiplerinin yönettiği psikolojik operasyon maya tutmuş durumdadır. Bu yazımda iki örnek yeterli olacağı kanaatindeyim. Bunlar:

Faşist kelimesinin hakkını Adolf Hitler ve Benito Mussolini'den daha iyi veren Geert Wilders'ın çokca dile getirdiği Fitna [1] filmi ve CIA'in finanse ettiğini düşündüğüm "Obsession"[2] filmi. Linkleri dipnotlardan kontrol edebilirsiniz. 

FKÖ'nün diğer "Yeşil Kuşak" projesinin "Soğuk Savaş" sürecinin üçüncü fazında "Yeşil Kuşak"a dahil olduğu özellikle "Obsession" isimli belgeselden görünebilir. İntihar komandoları saldırılar düzenleyecek, küçük çocuklara intikam yeminleri içecek, bir sürü yalan yanlış film ve senaryo gösterime girecek vs. vs. vs.

Bize bunlar tanıdık geliyor öyle değil mi?

Meseleye biraz daha şumullu bir yaklaşıma girişelim:
Bu elbette ki uluslararası sürtüşmelerin ortadan kalkacağı anlamına gelmemektedir. Zira omuza tam bu noktada "tarihe gömülenler ve tarih sonrasında yaşayanlar" olarak ikiye bölünecek. Tarihe gömülü olan devletler ile tarihin sonuna ulaşan devletler arasında sürtüşme ihtimali hâlâ varlığını sürdürüyor ve sürtüşme daha sonraki zamanlarda da mümkün olabilecektir. Etnik ve milliyetçi hareketlere dayalı şiddet ihtimali hâlâ yüksektir ve bu gittikçe de artacağa benzemektedir. Çünkü bu tür ihtimaller tarih sonrası dünyanın bazı bölgelerinde bile görmezden gelinemeyecek düzeydedir. Filistinliler ve Kürtler, Hindistan'daki Sihler ve Tamil gerillaları, İrlandalı Katolikler ve Valonlar, Ermeniler hâlâ çözümlenmemiş sorunlarıyla uğraşmaya devam edecekler. [6]
Tüm bunlar olurken peki Filistinliler; ya da bir kademe şumullu hali ile Arap Dünyası; bir kademe daha üst hali Ümmet bu olan bitenin boyutlarının Francis Fukuyama'nın ifade ettiği şekli ile farkında mı?

Sosyal medyada tepkiler verilmesinden, televizyonlarda yaralı çocuklar ve ölü bedenler gösterilmesinden ziyade yapılacak şeyler olmalı. Filistin ise bunlara muhatap değil, yerine "Tiyatro oynarcasına nutuk irad eden gencecik Arap kızı örneğinde olduğu gibi tam Şark işi cıvık bir hamaset, diğer yandan da problemin çözümünü bizzat bu problemi yaratanlarda aramak gibi bir basiretsizlik." diyor Rahmetli Hocaoğlu. [7] 

Churchill'i haklı çıkartıyor tüm bu olanlar karşısında Arap Dünyası'nın takındığı tavır: 
Arapların anlaştıkları tek nokta asla anlaşamayacaklarıdır.
Filistinliler siyasi manada organize olmadıkça, kabile olmanın devlet olmadığı anlaşılmadıkça, örgüt olmanın devlet olmadığı anlaşılmadıkça, İsrail'in varlığı bir realite olarak kabul edilmedikçe, her ağzını açanın İsrail'i haritadan sileceğiz lafları tükenmedikçe, Filistinli örgütler rastgele soba borusundan imal ettikleri füzeleri rastgele hedeflere ateşlemedikçe, Filistinlilerin daha insani şartlarda yaşaması için Arap Dünyası tarafından şartlar oluşturulup sınırlar açılmadıkça, Siyonist tavrın vahşeti miting meydanlarında değil de BM, AB ve NATO gibi diplomatik ortamlarda resmi sıfatlar taşınarak mesele dile getirilmedikçe, Filistin "devlet" olamadıkça, Müslümanlar bir "Pax" oluşturamadıkça "mesele çözülmeyecektir."

Filistin kavgasının ardında bir "Kudüs Kavgası" yatmaktadır.

İki Cihan Başbuğu, Kainat güneşi, Efendimiz Muhammed Mustafa (s.a.v.) Kudüs hakkında şöyle buyurmaktadır:
Ey Kudüs! Allah’ın seçtiği toprak ve O’nun kullarının vatanı! Senin duvarlarından dünya, dünya oldu. Ey Kudüs! Sana doğru inen çiğ taneleri bütün hastalıklara şifa getiriyor. Çünkü geldiği yer, Cennet’in bahçeleri.
Peki siz ne dersiniz?

Allahû Âlem (En doğrusunu Allah bilir.)



Dipnotlar:
[3] 2002 yılında ilan edildiği söylenen anayasa sizi yanıltmasın. Anayasal düzen kurulması ile anayasa isminde bir kitapçığı yayınlamanın aralarında fark vardır.
[6] Francis Fukuyama - Tarihin Sonu Bölüm 5
[7] Durmuş Hocaoğlu - Filistin Dersleri I-II-III

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder