15 Ağustos 2014 Cuma

Eylül


Neden sevdiğimi anladım seni ‘Eylül’.

Ilık iklimin, masmavi akan nehirlerin ve kalabalık mevsimlerle çevrilmiş olan koca bir yılın içinde yazın güneşini sona erdiren sensin. Ruh bile bedeni terk edip giderken şu ömür içinde, iki-üç kişilik kalabalığa alışmış olan bana, adeta bir hatırlatıcı gibisin.


Çok oldu bir yerden başlayalı ve yine çok oldu türlü duygular içinde dolaşalı. Senede bir kez geldin hep ‘Eylül’. Belki de sen ilham oldun ‘Senede bir gün’e; ne dersin. Uzaktan sevdiğimi sanırdım ben, uzak hayallere dalardım. Hiçbir şeye değişilmez olduğumu düşler, kapkaranlık gecelerden, masmavi gündüzlere uyanırdım. Aslında alçak gönüllü davrandım senden geriye kalanlara. Nasıl olsa emindim senede bir gün pencereme konacağından. Çoğu zaman da sorardım kendime ‘…’

‘Gitmişim gibi, binlerce kez gitmişim de bilinmez gurbetlerden gibi özlüyorum’ diyor şair. Özlediği gerçekten ne? Gerçeği hatırlatan seni mi yoksa gerçek olanı mı özler durur? Ben de bilmez oldum artık, gölgesiyiz.
Anladım, ömür dediğin, ömür verdiğinle sınırlı bir hal almış. Ömür verdiğin de O’nun gölgesi muhakkak. Ama O’nu ‘Sen’ den uzak tutan ne, uzak durmaya sebep olan o büyük uçurumu kaç senelerdir parmaklarıyla eşip durmakta? Kendi sorularıma kendim cevap veremez oldum ‘Eylül’; o bildiğim cevabı.

İnsanoğlu. Adı üzerinde değil mi insanın oğlu. Zora gelmediği gibi kolayı da tercih etmiyor. ‘Ben renk vermedim masmavi akan nehirlere, nehirleri kirleten de ben değilim’ der durur. Böyle düşünmeyince ruhun bedenden ayrılmasını önemsemiyor gibi görünemiyorum. Ben aslında kendim gibi görünemiyorum, görünenlere de inanmıyorum ‘Eylül’. Bir sen kendin gibi görünüyorsun gözüme. Nedeni, sen insanın oğlu değilsin hiç de olmadınki. Olma da bana sorarsan eğer, olmayı isteme. Sen sana verilen görevini ifa et, hatırlatmaya, anımsatmaya devam et.

Yolunda gitmedi ‘Eylül’. Gitmiyor. Belki de hiç gitmeyecek. Ama sen de gideceksin. Gittiğin için beklenen değil misin zaten. Gitmek, bekleyeni varsa yakışıyor zaten gidene. Mecnun’la Leyla’ya da inanmaz oldum şu sıralar. Nefes aldıkça beklemeyi göze alanların gözlerine hoş görünüyor besbelli. Beklenenle de ilgili muhakkak ama hakikat, hakiki olmayanlara zulüm gibi görünmeye devam ediyor, edecek de.  

Sen olsam ‘Eylül’, ben de bulutları etrafıma toplar, küçük kalabalığımın içine damlalar bırakırdım. Bulutlar demişken, onlar da seni gözlüyor durmadan. Bekleyenlerden onlar da. Güneşin acı verdiği bedenlere bir rahmet olmanın huzurunu yaşıyorlar. Karanlık gecede mi, mavi gökyüzünde mi daha huzurlular, bilmiyorum. Beklediklerinden emin oldum sadece.

Bileni gözlüyorum ben, bir de bilmeyeni. Bilen bildiklerinin ağırlığıyla boynu bükük adımlar atıyor ilk günden beri. Bildiği bilgisiz davranmasına neden oluyor çoğu zaman. Bilmeyenler ise bilenlere zulmediyor adeta. Bilmeyenlere, bilinmemesi gerekenlerin hakikat olarak görünmesi var bir de. Bilmek insanoğlunun iradesinde ama bilmemiş olarak yaşamak daha kolay gibi ‘Eylül’; ne dersin?

‘Eylül’, anlayacağım iklimden bir görüntüye sahip olacağına, her bakışımda başka düşünceleri duygularıma sunduğun için minnet duyuyorum sana; hatırlattığın için, beklemeyi öğrettiğin için, bekleneni fısıldadığın için…  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder