Geçtiğimiz günlerde gazetelere
göz gezdiriyordum. Spor sayfasına sıra
geldiğinde –gazete okumaya sondan başlamadım(!)– âdetim olduğu üzre Beşiktaş
sayfasını okumaya koyuldum. En son Yıldırım Demirören’in başkanlığı bıraktığını
ve Fikret Orman’ın başkan seçildiğini öğrenmiştim. “Beşiktaş’tan yıldızlara veda” manşetini
görünce iyice ilgimi çeken haberi sonuna kadar okudum.
Sayın Orman, çok realist bir
biçimde takımın borçlarını belirlemiş; eksilerin artılardan fazla olduğunu
görmüş. Takımın “galibiyetlerden” ve “yıldız oyunculardan” önce varlığını
sürdürmeye ihtiyacı olduğunu belirterek, yıldız futbolcularla sözleşmelerin
yenilenmeyeceğini kibarca ilan etmiş.
Malum-u âliniz Beşiktaş taraftar
grubu “Çarşı” dünyada sayılı taraftar gruplarının arasında ve belki
birincisidir. “Bu “yıldız kayması” karşısında taraftarın tepkisi ne olur?”
sorusunun cevabını kendime sorarken sayın başkanın bir açıklaması daha gözüme
ilişti: “Taraftarımıza güveniyoruz. Beşiktaş taraftarı duyarlıdır. Beşiktaş
tarihinin en büyük kombine bilet satışını bekliyoruz.”
Geçen sene yıldız transferlerle
şişirilen, senelerin Beşiktaş’ının başına gelen başkan en makul tavrı takınıp
“Borcumuz çok, borçları kapatmak önceliğimizdir.” Diye bir açıklama yapacak.
Bunun karşılığında kendi tabirleriyle “alayına karşı” olan “Çarşı” taraftar
grubu buna itiraz etmeyecek.
Keyiflenmedim dersem yalan olur.
Hattâ Chealse’yi 2-0 yendiğimiz 2003 yılından beri bu kadar sevinmemiştim. “Oh
be!” dedim “Sonunda Beşiktaş logosundaki bayrağın hakkını verecek.” Dedim.
Sonra da bunun futbol perspektifinden çok “yönetim” perspektifinden incelenmesi
gerektiğini düşündüm.
“Yalnız ve güzel vatanım”daki
sivil toplum kuruluşlarını ve siyasî partiler geldi aklıma. Sivil toplum
kuruluşlarından başladım sorgulamaya. Kiminin milyonlarca TL sermayesi var,
kiminin asırlık bir tarihi, kiminin parlak bir geleceği var. Lâkin icraatlara
ya da umumi ahvale baktığımda hiç de bir şey göremiyordum. Tıpkı Beşiktaş gibi,
bütün “cafcaflı” peşrevlere rağmen netice ziyadesiyle kötüydü.
Gel gelelim siyasî partilere…
İster sağ, ister sol, ister merkez partiler olsun cem-i cümlesinin ahvali de
Beşiktaş’tan pek farklı değildi. Mitinglerde “O geliyoooor …” diye takdim
edilen yıldızlara; kahvelerde ve meydanlarda verilen bütün vaatlere rağmen
netice fiyaskoydu.
Sonra bir analoji yaptım.
Beşiktaş nasıl kurtulmuştu? Önce bir başkan değişmişti. Bütün geleneklere
rağmen yenilikçi ve realist bir başkan gelmişti kulübün başına. Sonra kimseyi
kandırma ihtiyacı duyulmadan şapkayı önüne koyup düşünen başkan gayet radikal
ve makul kararlar almış ve uygulamaya başlamıştı. Bütün bunları yaparken
taraftar da güvendiği başkana destek çıkıyordu.
Peki bizim STK’lar ve siyasî
partiler –aslında hassaten siyasî partiler umurumda değildi ya nihayetinde
onların da derdi memleketti(!) – nasıl kurtulacaktı? Yukarıdaki paragrafta
Beşiktaş yerine istediğiniz siyasî partiyi ve sivil toplum örgütünü
koyduğunuzda cevaba ulaşacaksınız.
Bu arada Fikret Orman’dan rica
etsek başkanlık dersi verir mi ki? Valla verirse ben talebe olurum. Korkmayın
ya hu başkanlıkta falan gözüm yok. Bilmek lâzım…
*Merhum Galip ERDEM’in 1981 yılında Yeni Sözcü gazetesinde yazdığı yazı
aklıma geldi: “BEŞİKTAŞ NASIL KURTULUR?”. Hem merhumu yâd etmek için hem de
meramımızı anlatmanın en kestirme yolu olduğu için bu başlığı seçtik. Merhum
Galip ERDEM’in ruhuna Fatihalarla…
belgin eşim fenerli olum galatalı kızımda baba takımıdan bense bjk liyim
YanıtlayınSil