Söz
konusu ikinci yorum Cemal Gürsel ve ekibinin iktidar üzerinde gerekli denetimi
sağlamak amacıyla hazırlanacak olan anayasadan sonra yönetimi sivillere
devretme niyetinde olduklarını anlatması bakımından önemlidir. Ancak iktidarı
biran önce sivillere devretmek isteyen bazı subayların gerçek niyetlerinin ne
olduğuna açıklık getirmemesi bakımından yetersizdir. Ayrıca, 14’lerin çeşitli
siyasal, ekonomik ve toplumsal reformlar uygulamaya çalıştıklarını vurgulaması
bakımından önemli olmakla birlikte partilerin olmadığı uzun süreli bir askeri
yönetimden yana olduklarını savunmasıyla da iç dinamiklerin yeterince
araştırılmadan çıkarımda bulunulduğunu göstermiştir. 14’lerin oy kaygısından
uzak bir yönetim ile radikal reformlar gerçekleştirmek istediği doğruydu.
Nitekim 14’lerin bir grubunun 23-24 Ekim tarihinde Ankara’da gerçekleştirdiği
bir toplantıdan çıkan karar düşüncelerini özetliyordu: “Memleketin reformlara
ihtiyacı var. Politikacılarımızı tanımaya başladık. Gerçekleştirilmesi gereken
reformların sivil iktidar tarafından başarılması mümkün olmayacak. Elimize
geçen imkanı değerlendirip memleket için faydalı eserleri tamamlayıp idareyi bu
şekilde sivillere devretmeliyiz. Bunun için de ikinci kabineye
direktiflerimizde ileri sürdüğümüz işleri sıkı bir çalışma ile seçimler için
son tarih olan 29 Ekim 1961’e kadar gerçekleştirmeye gayret ederiz. Bu arada
kurucu meclisi de faaliyete geçiririz. Şayet kabineye direktiflerimizde ileri
sürdüğümüz reformları 29 Ekim’e kadar tamamlayamazsak, o zaman bir seçim evresi
daha iktidarda kalarak başladığımız işleri bitirmek hususunda vatandaşın oyuna
başvururuz. Yapacağımız referandum sonunda çoğunluk kalmamızı isterse o
takdirde seçimleri dört yıl geriye bırakabiliriz.”[1]
Bu
cümlelerden 14’lerin siyasetin alanını daraltıp devletin alanını genişleten bir
perspektife sahip olduğunu söyleyebiliriz. Çözülmesi gereken önemli meseleleri
siyasi partilerin işi olarak görmeyip devletin sorunu olarak görüyorlar. Ayrıca
ekonomik durumun kötüye gitmeye başladığı 1954 yılından 1960 yılına kadar olan
genel inancın “siyasi partiler yoluyla büyük işlerin başarılamayacağı” olduğu
da anlaşılmaktadır. 14’lerin toprak reformundan sosyal güvenliğe, kültür
meselesinden devletin kalkınmasına, köylere gazete ulaştırılmasına kadar bir dizi
reform düşüncesini oldukça romantik bir idealizm çerçevesinde gerçekleştirmeye
çalıştığı görülür. Onlara göre memleketin bir takım sorunları var ve
düzeltilmesi gerekiyor. Bu ister sivil yollardan iktidara gelinerek
yapılsın,(CHP’ye karşı kurulması düşünülen Milli Birlik Partisi projesine
aşağıda yer verilecektir.) ister milli birlik komitesi aracılığıyla askerken
yapılsın. Öte yandan 14’lerin uzun bir askeri yönetim altında kendi örgütleri
dışında hiçbir partinin olmadığı popülist bir siyaset yaratmayı hedeflediği
düşüncesi gerçeği yansıtmamaktadır.
Demokrat Parti’nin kapatılmasını asla
düşünmedikleri gibi parti liderlerinin tutuklanmasına da karşı çıkmışlardır.
Ancak Demokrat Parti yargıya yapılan bir başvuru üzerine her dört yılda bir
genel kongresini toplamadığı teknik gerekçesiyle kapatılmıştır. Dolayısıyla
Demokrat Parti’ye oy veren taban boşlukta kalmıştır. Bu tarihten sonra 14’ler
iktidarı sivillere devretmenin CHP’ye devretmek olduğunu düşünmüş ve seçilmiş
bir sivil yönetime erken dönüş fikrine şiddetle karşı çıkmışlardır. Yukarıda
yer vermiş olduğum 14 ‘lerin yaptığı bir toplantıdan çıkan sonucu göz önünde
bulunduracak olursak zaten uzun dönemli bir askeri diktatörlük kurma niyetinde
olmadıklarını rahatlıkla anlamış oluruz. Yine Demokrat Parti’ye oy vermiş olan
tabanı Milli Birlik Partisi etrafında örgütleyip Cumhuriyet Halk Partisi ile
seçimlerde yarışmak istemeleri mevcut partileri kapatma niyetinde
olmadıklarının açık göstergesidir. 14’lerin lideri olan Türkeş konuyla ilgili
şu ifadelerde bulunmuştur: “…Beni faşist dikta kuracak diye yıpratma yoluna
gittiler. Halbuki seçim istemeyişimizin sebebi evvela başsız kalan Demokrat
partili vatandaş kitlesini bir parti halinde teşkilatlandırmak, bir iki yıl
veya 3-4 yıl sonra böyle bir teşkilatla Halk Partisi ile hakkıyla yarışacak bir
siyasi partiyle seçime girmekti…”
Ve son olarak yukarıda da bir
bölümüne yer verdiğim üçüncü yorum 14’lerin aslında “milli irade”den yana olduklarını fakat toplumun
çoğunluğunun darbenin “CHP’yi iktidara getirmek için” yapıldığı izlenimine
kapılacağı endişesiyle erken sivil yönetime geçişe karşı olduklarıyla ilgilidir.
Bu yorumu savunanlar komite içersinde tartışılan hadiselerden örnekler vererek
haklılığını kanıtlamaya çalışır.
Birinci
mesele DP liderlerinin tutuklanması konusuydu. Menderes, kabine üyeleri ve
tüm eski DP milletvekilleri 27 Mayıs sabahı gözaltına alınmıştı. 29 Mayıs’ta
Gürsel gazetecilere yaptığı açıklamada yeni rejimin DP’lileri yargılama
niyetinde olmadığını ve 3 ay içinde seçimlerin yapılıp sivil rejime
geçilebileceğini söyledi. Zaten 27 Mayıs bildirisinde de söylenen ihtilal
girişiminin hiçbir parti ve zümreye karşı yapılmadığı idi. Dolayısıyla olması
gereken tüm MBK üyelerinin DP milletvekillerini yargılama niyetinde
olmamasıydı. Konuyla ilgili olarak Alparslan Türkeş DP’li milletvekillerinin
tutuklanmasının doğru olmadığını hatta hükümet mensuplarının bile tutuklu
bulunmasına gerek olmadığını bunun yerine geçici bir süreyle yurtdışında
bulundurulmalarının daha makul olduğunu söylemiştir. Cemal Gürsel de aynı
kanaati paylaştığından dolayı Dışişleri Vekili Selim Sarper’i konuyla ilgili
görevlendirmiştir. Sarper, İsveç hükümetiyle anlaşıp DP liderlerinin ülkelerine
kabulüyle ilgili gerekli izinleri almıştır.[2] Ancak
konu MBK’ya geldiğinde İnönü taraftarı olan bazı komite üyeleri buna şiddetle
karşı çıktılar. Hatta Sami Küçük “Bunlar haindirler, cezaya çarptırılmalıdırlar”
sözlerini ediyordu. Menderes ve kabinesinin yargılanıp yargılanmaması hakkında
verilen karar değişikliğinin ana sebebi Gürsel’in yeni bir anayasa hazırlamak
için görevlendirdiği profesörlerden almış olduğu öğüttür. Darbenin meşruluğu
eski hükümetin anayasada belirtilen demokratik kuralları ihlal ettiği
iddiasından kaynaklanıyorsa, bu Menderes ve bütün arkadaşlarının en ciddi
suçlarla itham edilmeleri ve bu nedenle yargılanmaları anlamına geldiğini ileri
sürdüler.[3] Bu
görüşe aldanan ve zaten DP’ye karşı olduğu için ihtilale katılan subaylar
Menderes’in toplum nezdinde sahip olduğu gücü yıkmanın en iyi yolunun onu
itibarsızlaştırmak olduğu düşüncesine kapıldılar. Öte yandan 14’ler
tutuklamaların darbenin DP’ye karşı yapılmış olacağı algısını uyandıracağından
endişeliydi. Bütün DP milletvekillerini içine alan 592 kişi mahkeme önüne
çıkartılarak Yassıada’da hapsedildi. “Köpek davası”, “Bebek Davası” gibi
asılsız davalarla DP liderleri halkın gözünde küçük düşürülmeye çalışıldı.
Ancak birçok dava yeterli kanıt yetersizliğinden düştü. Bu ve benzeri davalar
DP liderlerinden çok mahkemenin itibarını zayıflattı. Bu arada komite
içersindeki görüş ayrılığını derinden etkileyecek ikinci bir hadise yaşandı ve yargıya yapılan bir başvuru üzerine
her dört yılda bir genel kongresini toplamadığı teknik gerekçesiyle Demokrat
Parti 29 Eylül’de kapatıldı. Bu tarihten sonra 14’ler diye adlandırılan grup
kısa zaman içersinde iktidarın sivillere devredilmesi fikrine - CHP’ye
devredilmesi anlamına geldiğini için- şiddetle karşı çıktılar.
Onlara göre bu
27 Mayıs bildirisinde sözü edilen “partiler
üstü tarafsız bir idarenin nezaret ve hakemliği altında en kısa zamanda adil ve
serbest seçimler yaptırarak idareyi” sivillere devretmek fikrine aykırı
hareket etmek demek olacaktı. DP yerine herhangi bir parti kurulsa dahi
teşkilatlanmak için yeterli zaman bulamayacağından yakın zaman içersinde seçime
gidilmesi halinde seçimin CHP’nin zaferiyle sonuçlanacağını düşünmekteydiler. İnönü
biran önce seçime gitme taraftarı iken Millet Partisi genel başkanı Osman
Bölükbaşı bilakis seçimleri uzak bir tarihe atma taraftarı idi. Osman
Bölükbaşının konuyla ilgili yaptığı konuşma şöyledir: “Durum değişmiştir,
partilerin yeni durumuna göre yeni baştan teşkilatlandırılmaları mutlak bir zarurettir.
Bu da her şeyden önce zaman meselesidir. Siyasi partilere yeniden
teşkilatlanmaları için zaman ve fırsat verilmelidir.
Ne CHP ne de MP
hadiselerin sarstığı derme çatma teşkilatlarla seçimlere girebilirler. Girseler
de seçimlerden yüzlerinin akı ile çıkabilecekleri şüphelidir. Beklemek ve
hazırlık yapmak lazımdır.”[4] 14’lere
göre, ordu İnönü’yü iktidara getirmek için Menderes’i devirmiş gibi görünürse Türk
Silahlı Kuvvetleri’nin tarafsızlığı imajı önemli ölçüde sarsılacaktı. MBK
içersinde bu düşünceye sahip olan yalnızca 14 ler de değildi. Ordunun CHP’yi
iktidara getirmek için darbe teşebbüsünde bulunduğu algısından rahatsız olan
bazı subaylar da vardı. Bu münasebetle Alparslan Türkeş kendisine bir siyasi
parti kurma görevinin verildiğini söyler. Türkeş, Komite içersinde tartışılan üçüncü mesele olan Milli Birlik Partisi
kurma teşebbüsleriyle ilgili şu ifadeleri kullanır: “Bizim görüşümüz bugün
başsız kalmış bir Demokrat Partili vatandaş kitlesi var. Madem ilerde
demokrasiye dönmekten bahsediyoruz bu Demokrat Partili vatandaş kitlesini
toplayalım, organize edelim sonra da seçime gidelim. Ben öyle zannediyorum ki
bu şekilde hareket edersek seçimi kazanabiliriz ve bu sefer de seçimi kazanmış
bir iktidar olarak yolumuza devam ederiz.”[5]
Fakat MBK içersinde bir grup subay iktidarı biran önce sivillere devredip
seçimlerin yapılması taraftarıydılar. Bunlar Madanoğlu, Mucip Ataklı gibi
komite içersinde İnönü yanlısı kimselerdi. İnönü’nün de aynı düşünce
doğrultusunda Komiteye baskı yaptığı rahatlıkla söylenebilir. Önemli bir
tartışma konusu olan dördüncü hadise
ise tabi senatörlük meselesidir. Komite içersindeki görüş ayrılıkları artık
iyice belirginleşmiş ve Eylül ayında artık iyice düşman iki grup haline
gelinmişti. Tam bu atmosfer içinde komite içersinde İnönü ile sıkı temas
halinde olan grubun bir üyesi tabii senatörlük meselesini gündeme getirdi. 14
Ekim 1960 günü toplanan komitede uzun tartışmalara neden olan tabii senatörlük
meselesi sonradan tabi senatör olan 11 kişi tarafından şiddetle savunuldu.
Fakat içersinde 14 lerin de bulunduğu komitenin çoğunluğu tarafından öneri
reddedildi. Tartışmalar sırasında 14 lerden biri ayağa kalkarak kızgın bir
sesle “arkadaşlar bu bir siyasi rüşvettir, İsmet Paşa’nın iktidarı elimizden
almak için uzattığı bir kemiktir ve modern hiçbir memlekette böyle bir müessese
yoktur. Bu bizim yeminimize de aykırıdır. Biz millet önünde hiçbir karşılık
beklemeden millete hizmet edeceğimize yemin ettik. Onun için tabi senatörlük
diye bir şey kabul edilemez. Biz kendimizi millete adadık. Şimdi cesaret edip
hizmete devam etmeliyiz…” diyerek tepkisini ortaya koydu.[6]
Yine aynı gün komitenin referandum yaparak halkın tasvibini almak şartı ile
dört yıl iktidarda kalması ve bu süre içinde Milli Birlik Komitesi’nin, Milli
Birlik Partisi halinde teşkilatlanması ve böylece seçimlere gidilmesi teklifi
görüşüldü. Neticede yine 11 muhalife karşı 26 kişilik çoğunlukla bu teklif
uygun görüldü. Ancak lehte oy veren 7 kişi kurulacak partinin program ve
tüzüğünü incelemek ve beğenmek şartıyla böyle bir partide yer alabileceğini
belirtmişti.
Münakaşanın geçtiği son mesele ise kurucu meclis meselesiydi. 1960
Eylül’ünün son günlerinde taslak halinde sunulan anayasanın görüşülmesi için
Kurucu Meclis’in kurulması gündeme gelmişti. MBK üyelerinden, Gürsel ve
Madanoğlu da dahil 14’ü Kurucu Meclis’in kurulması fikrinden yana, 16’sı
(ondörtlerin tamamı bu gruptandı.) karşı ve 7’si tarafsızdı. Gürsel önerinin
engellenmesi durumunda sivil bir rejime geçisin belirsiz bir tarihe
erteleneceğinin farkındaydı. Diğer yanda, tasarının MBK’dan geçmesi için
beşte-dört çoğunluğa gereksinim vardı.[7]
Gürsel 14’lerin tasfiye edilmesi kararını bu hadiseden sonra vermişti. Öte
yandan 14’ler Kurucu Meclis’e değil meclisin oluşumuna karşı çıktığını iddia
eder. Kurulun Prof. Dr. Turhan Feyzioğlu, Prof. Enver Ziya Kardal ve Emin
Paksüt’ten oluşan 3 CHP liderinden ibaret olduğunu öğrenince meclisin partizan
bir kimliğe bürüneceğinden endişe ettiklerini dile getirirler. 14 ler tasfiye
edildikten sonra 6 Ocak 1961’de toplanan Kurucu Meclis öndörtlerin endişe
ettiği gibi yalnızca CHP lilerden oluşmasa da CHP lilerin yoğunlukta olduğu bir
meclis oldu. Bu durum -tam da 14’lerin korktuğu şey olan- halkın orduyu CHP yanlısı olarak görmesine
neden oldu. Akabinde yaşananlar ise bu durumu doğrular nitelikteydi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder