29 Ağustos 2014 Cuma

Sanayi Devrimi’nde Osmanlı Devleti ve Şirket-i Hayriye Örneği

Dünyada bir tarih dilimine damgasını vuran Sanayi İnkılâbı şüphesiz Osmanlı Devleti’ni de etkilemiştir. Ekonomisi tarıma dayalı, geniş yüzölçümüne sahip olan Osmanlı Devleti, sanayileşme hareketine uyum sağlamak için mekanizmalarını harekete geçirmiştir. El tezgâhlarından büyük atölyelere, büyük atölyelerden de fabrikalara uzanan bir dizi aşama sonucunda Osmanlı Devleti sanayileşmeye başlamıştır.

Kapitülasyonlar ve dış ticaretin uzantısı olan etkenler sanayileşme sürecinde Osmanlı Devleti’nin karşısına çıkan zorluklardır. Bununla birlikte, iktisadi hayatta, sermaye birikimine engel bir ticaret düzeni söz konusudur. Sermayenin tek bir elde toplanmasını engelleyen bu yapı sonucunda Osmanlı Devleti’nin sanayileşmesinin ilk dönemlerinde müteşebbislerden çok söz edemiyoruz. Yatırımların devlet eli ile gerçekleştirildiğini görmekteyiz.

Bu Bir "Enver Paşa" Yazısıdır...

“Vardar kapısından çıkarken nişanlarımı söktüm. 
Biraz üzgündüm. Bütün eski hayallerim, 
iyi,  büyük bir asker olmaktı. 
Hâlbuki şu andan itibaren artık bir hiçtim. 
Kim bilir nerde ve hangi kurşunla vurularak, 
kim bilir nerelerde kalacak ve 
asi diye köşeye atılacaktım.”
Binbaşı Enver

Bu sözleri âşık olduğu vatanını yapışan emperyalistlerden kurtarmak için ilk hamleyi yaptığında söylemişti rahmetli Paşa Hazretleri. Bu cümlelerde sözde vatanseverlerin hiçbir zaman bırakamadığı makam hırsını ve parlak bir geleceği elinin tersiyle iten inancın sağlamlığı var. Bu sözlerde sağda solda bir elinde nargile olan, öbür elindeki en pahalı fincanlarla çay içip göbeğini kaşıyıp sözde vatan kurtaranların yüzsüzlüğü var, tembelliği var, ihaneti var…Bu sözlerde laf yok icraat var…

Temren A. - Bir Bozkurt Hikayesi

Bir adam bir gün ormanda gezerken boz tüylü bir kurt yavrusu görmüş. Kurdun "arslan" gibi olan babası yanında kanlar içinde yatıyormuş. Anlaşılan yavrusunu korumak için canını vermiş yaşlı kurt.

Adam bu kurt yavrusunu almış evine götürmüş. Zavallı masum kurt yavrusu evde gezerken bir gün apartman yöneticisi görmüş kurdu ve demiş ki "ben apartman yöneticisiyim, ben apartmanımda kurt istemem, bunu ya öldür ya da bir kafese hapset!"

Adam da apartman yöneticisine çok saygı duyan mülayim bir insanmış. "apartman kurallarına uymak gerekir" diye düşünmüş ve yetim kurt yavrusunu kafese kapatmış. Yavru bozkurt daha ilk andan buna isyan etmiş. Devamlı hırlıyor, kafasını kafesin parmaklıklarına vuruyor, geceleri içli içli uluyormuş...

28 Ağustos 2014 Perşembe

Üstad(!) ve Zihniyet


İlime, öğrenmeye, bilmeye ve bilimsel bilgiye ihtiyacımız var; üfürükçülere değil. Kulu, kulluk görevlerinden dolayı, Allah’ın yerine yargılayanlar yüzünden bu haldeyiz.

Toplumumuzu etkilemenin, yönlendirmenin yolu maalesef dini, emellere alet etmekten geçiyor. İsmini burada anmanın kelime israfı olduğunu düşündüğüm bir şahıs da, yaşadığı her dönemin siyasi çerçevesinin içinde yer almak adına, tehlikeli çıkışlar yapıyor, dikkat çekmeye çalışıyor. Bir de ‘tarihçi’ sıfatını kullanıyor olması ve halkımızın bu kişiyi tarihi bilen olarak kabul etmesi, durumun vahametini ortaya koyuyor olmalı.

27 Ağustos 2014 Çarşamba

Oğuz Yücel - Yemen Çöllerinde Biten Gül

“Bir adamı bana çok mu gördünüz? 
O benim yularsız aslanımdır…”[1]

Bu sözlerin Sultan II: Abdulhamid Han tarafından adına türküler yazılan Mihrali Bey için söylendiği konusunda Anadolu insanımızda umumi bir kabul ediş vardır. Evet, belki hâlâ sözün doğru olup olmadığı akademik camia için tartışma konusudur ama bizce “Yularsız Aslan” lakabı Mihrali Bey için söylenebilecek en güzel benzetmedir.

26 Ağustos 2014 Salı

Tarihi Türk Ocağı Binasında İran ve İlk Opera "Özsoy Operası"


İnkılap Tarihi dersi konularından Sadabat Paktı malumunuzdur. Türkiye, İran, Irak ve Afganistan’ın oluşturduğu paktın temeli 1934 Haziran’ında İran Şahı Rıza Pehlevi’nin Türkiye ziyaretinde atılır[1]. Türkiye ve İran arasında kısa bir süre öncesine kadar gergin olan ilişkilerin yumuşamasının sembolü bu gezidir. Atatürk ve Rıza Pehlevi’nin yan yana sohbet ettikleri görüntüler ziyaretten günümüze ulaşan vesikalar arasındadır. Ziyaretteki bir anekdot ise tarihi Türk Ocağı binasında geçmektedir. Türk Ocakları’nın ziyaret sırasında kapalı olduğunu biliyoruz ve Türk Ocakları ile ilgisini hemen göremeyebilirsiniz. Ancak günümüzde İran ilişkileri ile İran’daki Türk varlığı hakkında çalışmalar yapılıyorken bu kısa anekdot tarihimizdeki bir başka ilke açılıyor.

Ziyaret öncesinde Atatürk, Şah Rıza Pehlevi onuruna bir opera sahnelenmesini isteyerek operanın konusunu da bizzat belirler.[2] Atatürk, Türk İran kardeşliğini işleyen bir öykü düşünmektedir. İran tarihindeki Türklüğe de gönderme yapacak eser için Münir Hayri Egeli’ye fikrini açar ve yazmasını ister. Adını da yine bizzat Atatürk koyar. Eserin adı Özsoy Operası olacaktır. Müzikler için İstiklal Marşı bestekarı Zeki Üngör’ün emekli olmasından sonra senfoni orkestrası şefi olan Adnan Saygun görevlendirilir. Derhal metinler yazılmaya başlanır. Eser üç perde on iki tablodan teşkildir. İlk Türk operasının yönetmenliğini de Egeli üstlenir. Koro, Musiki Muallim Mektebi öğrencilerinden oluşturulur. Koronun yönetmenliğine Gazi Eğitim Enstitüsü müzik öğretmenleri görevlendirilir. Bale için yine Musiki Muallim Mektebi öğrencilerinden yararlanılır. [3]

15 Ağustos 2014 Cuma

Eylül


Neden sevdiğimi anladım seni ‘Eylül’.

Ilık iklimin, masmavi akan nehirlerin ve kalabalık mevsimlerle çevrilmiş olan koca bir yılın içinde yazın güneşini sona erdiren sensin. Ruh bile bedeni terk edip giderken şu ömür içinde, iki-üç kişilik kalabalığa alışmış olan bana, adeta bir hatırlatıcı gibisin.