26 Şubat 2015 Perşembe

Türbe, Tarih ve Ricât

Tarih için en güzel sözü büyük bir şairimiz demiştir. Tarih, araç sürerken dikiz aynasına bakmak gibidir der. Şimdi son günlerin en büyük hadisesi hakkında hülasa ve mütalaa yapalım.

Bir – Suriye'de bulunan Süleyman Şah türbesinin, Ertuğrul Gazinin babası Süleyman Şah olduğuna dair veriler maalesef kesin değildir. Hatta tarih ilmi ışığında, üstatların kronik dedikleri döneme dair – yada döneme en yakın tarihte- kaleme alınan teliflerde bunun Kutalmışoğlu Süleyman Şah olduğuna dair bilgiler daha ağır basmaktadır. Peki, neden bu türbe, Osman Gazi'nin dedesi olarak kabul edilmiştir? Bunun arkasında tarihsel bir veri değil hukuki bir istinat bulunmaktadır. Yani Türkiye ve Fransa arasında yapılan 1921 yılındaki anlaşmanın dokuzuncu maddesine göre burası Osman Gazi'nin dedesi Süleyman Şah'ın türbesidir. Türk devletinin toprağıdır. Bu hukuken kesinleşmiştir. Böyle kabul edilmiştir. Hatta tarih ilmi ışığındaki araştırmalarda bu türbenin 'makam' türbesi olma ihtimali dahi vardır. (Makam türbesi naaş bulunmayan, saygı için abide kabirlerdir)

25 Şubat 2015 Çarşamba

O. Berat Çelebi - Kafası Karışıklar Ülkesinde Alakasızlıklar Senfonisi

Yazımda iki ayrı portreden bahsedeceğim:

İlk bahsedecek olduğum kimseyi şahsen tanımam. Arkadaşlarının anlattığı kadarını biliyorum.

Ancak ülkücü ülkücüyü tanır. Üniversitede iseniz, size sizinle aynı durumda anne babasından ayrı, kimsesi olmayan ve kendi başına ayakta durmaya çalışanlar kadar yakın geleni olmaz. Evinizi paylaşır, lokmalarınızı üleşirsiniz. Lakin birde bu kişi "sizin gibi yaşayan, sizin gibi düşünen, sizin gibi konuşan velhasıl kelâm ülkücü"[1] ise bambaşkadır. Öyle ki birbiri ile ilk karşılaşmalarının ardından sadece 20 dakika geçse bile sizi evine davet eder, sofrasını açar ve yatağınızı serer. Bu ne hemşehricilikle, ne aynı takımı tutmakla ne de aynı bölümde okumakla kıyas edilebilir bir kardeşlik değildir. Yeri geldiğinde hiçbir tanışıklığınız olmasa da bir hengame esnasında "Tekbir" getirişinden tanırsınız ve yardımına koşarsınız. Ciğerlerin en derinine çekilen bir nefesin, vücudun bütün kuvveti ile ile verilerek kendine has ve biraz da "kurt hırıltısı" ile dışa vurulmasıdır. 3-4 kişi de olsa "40 çeri" kadar ses getirirsiniz.

24 Şubat 2015 Salı

Fırat'tan Akan Kan

Gün oluyor insan neye üzüleceğini bile şaşırıyor. Vatan toprağının "terk" edilmesine mi, bir kardeşimin şahadetine mi?

Olayı hepimiz duyduk ve biliyoruz.

Bir yanda şehid olan bir gencecik bir kardeşimiz. Diğer yanda adının "Nurullah Semo" olduğu her yerde yazılan kasıtlı ya da değil, bir şekilde "öldü" haberleri yayılan bir terörist. Sosyal medyada ve haber sitelerinde kendisinin "terörist" olduğunu açıkca gösteren birçok resim mevcut.

Fakat benim bu yazıyı yazmaktaki amacım ne şehid kardeşim Fırat'ı anlatmak ne de Nurullah adlı teröristi yazmak...

23 Şubat 2015 Pazartesi

Çağhan Sarı - Aman Sukünet, Aman İtidal!

Türkiye'de beş yıldan beri sürmekte olan sürecin tesirinde ulusal basının 'mütareke' basınını aratırcasına tutumuyla söze başlamak lazım geliyor. 1918-1922 yılları arası işgal altında kalmış İstanbul basınının tamamına yakını, Anadolu hareketini, Kuvayı Milliye'yi, açıkça karşısına almış, İzmir'in kurtulduğu günün akabinde meşhur Peyam-ı Sabah gazetesinin baş muharriri Ali Kemal, 'yanıldık' başlığıyla günah çıkartmıştı. Dönemin gazeteleri tarafgirliğini alenen, aşikar, hatta mertlik kaideleri içerisinde yapmıştı. Merak ediyoruz. Bu günün ulusal basını karşıt görüşlülük ifadesi adı altında meşrulaştırma operasyonunda hicap duyacağı günler gelecek midir? Marksist- Leninist ideolojiyle kurulmuş terör örgütü - resmi adıyla bir parti-, son 15 yıldır Kürt faşizminin, etnik milliyetçiliğin yapı taşı olurken, Ülkücü hareket ve Türk milliyetçiliğinin karşısındaki konumu nasıl 'karşıt görüşlülüktür'?

12 Şubat 2015 Perşembe

Bazı Hafifmeşrep Bürokratların Böyük(!) Ülkesi

Osmanlı'yı çokça(!) bilir, çokça(!) konuşuruz. Öyle ki basit bir köy kahvesinde bile şanslı ecdadımıza dair menkıbelerle karışmış tarihsel olayları ya da yakıştırmaları duyarsınız. Hepsi baştan aşağı örülü bir ahlak ve medeniyet tasavvurunu işaret eder. İbn Haldun'dan bu yana bildiğimiz bir metafor ile "devletler organizmalara benzer". Büyür, yaşar ve ölür. Osmanlı için de talih bundan farklı bir şey söylememiştir. Stratfor'un gözde analistlerinden George Friedman'ın yazmış olduğu "Gelecek Yüzyıl ve Gelecek On Yıl" gibi sansasyonel kitaplarında anlatılan önemli tezlerden birisi de Haldun'un adı anılmasa da bu "Haldun" tezidir. 

7 Ocak 2015 Çarşamba

Dinin İdeolojisi veyahut İdeolojinin Dini

3 Nisan 1995 Time Dergisi Kapağı
 İslamofobi kavramının 11 Eylül olayları sonrasında "Batı" ya da tam anlamıyla "Hıristiyan Batı" tarafından kasıtlı olarak yükseltilmesi ve yeniden "Crusade" kavramının "Dinin İdeoloji" olan ilişkisi yeniden kendini güncellediğini söylemek mümkün.  Akla ilk olarak "İslam" gelse de bunun böyle olmadğına ilk örnek olarak Japonya ile başlayalım:

Aum Şinrikyo (オウム真理教) yeni adıyla "Aleph", Japonya'da kurulan dini örgüt. 1984'te Shoko Asahara tarafından Tokyo'da kuruldu. 20 Mart 1995'te Tokyo metrosunda sarin gazıyla yaptıkları eylem 12 kişinin hayatını kaybetmesine sebep oldu. Amerika Birleşik Devletleri, Kanada ve Avrupa Birliği tarafından terörist örgüt ilan edildi.

20 Mart 1995 tarihinde örgüt üyeleri Tokyo’nun çeşitli metro istasyonlarına aynı anda kimyasal sinir gazı olan sarin gazı yaymış, 12 kişinin ölümüne, 6.000’den fazla kişinin yaralanmasına neden olmuştur. Grup, 1994’te Japonya’da meydana gelen diğer esrarengiz kimyasal kazalardan da sorumlu tutulmaktadır. Biyolojik maddeler kullanarak yaptığı terör saldırıları başarısızlıkla sonuçlanmıştır.
Örgütün kurucusu Shoko Asahara, Mayıs 1995'te Japon polisince tutuklanmıştır. İdama mahkûm edilen Asahara, 29 Ocak 2009'da asılarak idam edildi.[1]

“Sadece Siz Sıradan Bir İnsansanız,
Herşey Size Sıradan Gibi Görünür”

Charles Dickens[2]

28 Aralık 2014 Pazar

Oğuzhan Yücel - Adaletli ve Reformcu Bir Selçuklu Sultanı: I. Gıyaseddin Keyhüsrev

Sultan Alp Arslan komutasındaki Büyük Selçuklu ordusu ile Türkleri durdurmak ve Anadolu’dan tamamen atmak niyetinde olan Bizans ordusu arasında 1071 yılında yapılan Malazgirt Meydan Savaşı sonunda kazanılan zafer, gerek Türk- İslam, gerekse Bizans ve Avrupa tarihlerinde, özellikle zihinlerde çok önemli bir dönüm noktası olmuştur. Bu savaş sonunda Bizans imparatorluğunun bütün imkânları kullanılarak meydana getirilen ordu, darmadağın ve işe yaramaz bir hale getirildiğinden, zaferi izleyen bir iki yıl içinde Selçuklu kuvvetleri, kendilerine karşı hiçbir direnişle karşılaşmadan Anadolu içlerine akarak Ege ve Marmara denizi kıyılarına kadar süratle ve kolayca ilerlediler. Adana, Nevşehir),Ankara ve Kırıkkale’nin büyük bir kısmı Türkler `in eline geçti. Türkler, Eskişehir’den İstanbul’a giden yol üzerinde ilerlemelerine devam ettiler[1].Bu ilerlemenin diğer akınlardan farklı bir boyutu vardı. Bu boyut ise: Selçuklu kuvvetleri bu kez daha önceki tarihlerde olduğu gibi, yalnız akın ve istila amacıyla harekâtta bulunmayıp fethettikleri bölge ve kentlere yerleşerek fethettikleri bu yeni coğrafyayı bir Türk yurdu haline getirilmesinde baş aktör olmuşlardır.[2]