13 Ağustos 2013 Salı

Geri Kalmışlık Üzerine - 2 -

Ignoti nulla cupido[1]

Not: Anlam bütünlüğü teşkil etmesi amacıyla bir önceki yazıya da göz atılması tavsiye olunur. Yazıyı görmek için tıklayınız.

Konumuza yeniden bir göz atmamız icap ederse 2000'li yıllar içerisinde acaba kaç tane gerçek manada mucit çıkmıştır? Emin olun bu sayı çok az. Bilim dünyası özellikle fenni ilimlerde artık kılı kırk yararak bilgi kırıntılarını bir araya getirerek farklı atılımlar gerçekleştiriyor. Zaten teknolojik ilerleme için “mucit çıkması” da gerekmiyor. Kapitalist dünyada mucit ürettiği malın ticari niteliği ile değerlendiriliyor. Bu konuda sanırım en büyük örnek de Edison. Fakat Tesla ile aralarında bulunan “garip” ilişki günümüz koşullarında ortadadır. Edison çok iyi bir pazarlamacı olmasına karşı Tesla bir o kadar iyi bir bilim adamıdır. Fakat bir o kadar da kötü bir şekilde fikirlerini kullanamamıştır.


Müslümanlara gelindiğinde ise Bakan Bey’in açıklamalarına belki paralellik teşkil edecek birkaç söz ateistlerin en popüler ismi Richard Dawkins[2]’ten geldi[3]. Dawkins; “Dünyadaki tüm Müslümanların aldığı Nobel ödülü sayısı Cambridge Üniversitesi bünyesindeki Trinity Koleji mensuplarının aldığından azdır. Gerçi onlar [Müslümanlar] da Orta Çağ'da harika şeyler yaptılar. ” diye bir cümle kurdu. Ölçü burada Nobel olmasa bile Müslümanların Müslüman dünyasına Müslüman kimlikleri ile yapmış olduğu katkılardan bahsedelim. Elbette ki birçok Müslüman bilim adamı önemli bilim çevrelerinde ama neredeler? Dawkins’e kızmak yerine hak verecek kadar cesareti kendimizde bulmalıyız.

Bernand Lewis Yanlış Giden Ne Oldu[4] kitabında bu konuları tam bir “oryantalist” gibi ele alır. Geri kalışın nedenlerini askerde, kadınların durumunda gibi biraz da önyargılı arar ve tartışır. Osmanlı’nın Batı karşısındaki mağlubiyetlerinde belki de en önemli neden günümüzde “lojistik” olarak tabir edilen “tedarik zinciri” bozulmalar ve bir iş ahlakı geliştirememesi idi. Tedarik konusunda İskender Öksüz Hoca’nın yazısı[5] tam bir zekâ meyvesidir. Dilerim ileride bu yazısı daha ileri safhalara da taşır.

Bernand Lewis kitabında iş ahlakına örnek gösterilebilecek şöyle bir durumu dile getirir:

“Orta Doğu’da özümsenmesi ve yerleştirilmesi en zor olan kavramlar randevu alma ve randevuya uymadır. Bu konuda son söz 1947’de Orta Doğu’yu ziyaret etmiş olan bir Fransız yazara bırakılabilir. “Doğu gezilerim sırasında, randevulara geç gitmek için özel bir çaba harcadım ve harcamaya da devam ediyorum. Buradaki deneyimli, akıllı, ak saçlı adamlar bana zaman zaman şunu söylemişlerdir. “Buralarda gökyüzü mavi, havalar çok sıcaktır.  Aceleye ne gerek var? Yaşamın tadını bozmak niye? Burada herkes geç kalır.  Belirlenen saatte gelen, zamanını boşa harcamış olur. Kesin dakikliğin avantajı azdır; ama uygunsuz yanları çoktur. Kesin dakiklik esneklikten, fanteziden, neşeden ve hatta asaletten yoksundur.”

Sözde “Arap Baharı” hakkında bir profesörümüz benim de bulunduğum bir konferansta “Kaos düzen doğurur. Bunu Fransız İhtilali’ne benzetebiliriz. Bu olayların sonunda o coğrafyadaki Müslümanları büyük atılımlar yaparken görebiliriz” diye beyanatta bulunmuştu. Konferansın hemen sonunda yöneltmiş olduğum “Taşların yerinden oynadığı konusunda hemfikiriz. Lakin o dönemde Fransızların sahip olduğu önemli fikir adamların çağdaş muadillerini Müslümanlar arasında bulmamız mümkün müdür?” Hoca, bu konuda isim veremeyeceğini ama mutlaka var olduğunu belirtmişti. Bir nevi akademik kimliği ile kaçamak yaptı. Müslüman Dünyası şüphesiz ki bir entelektüel kriz içerisindedir. Bu konuda Batı ile rekabet etmekten de oldukça uzaktır.

Müslüman Dünyası’nın herhalde en kötü durumu politika alanında yaşanmaktadır. Suriye’ye desteğini kesmesi karşılığı Rusya'ya 15 milyar dolar rüşvet teklif edecek kadar Müslüman olan Müslümanların ülkeler ve ciddi ekonomik varlıklar yönettiği gerçeğinin var olduğu bir dünyada yaşıyoruz.[6]

Çok gündemde olduğu için biraz da ilgi çekmek maksatlı "Steve Jobs"u ele alalım. Bir Müslüman ülkede yaşasa idi? Ya da biraz daha konuyu belirgin hale getirmek amaçlı Müslümanların model ülkesi olarak lanse edilen Türkiye'de yaşasa idi? Sıradan bir asgari ücretli ailenin çocuğu olduğunu farz edelim ve lütfen Hindu-Amerikan NLP hikâyeciklerinin etkisini bir yana bırakalım. Ne olurdu?

- Şansının pek de iyi gitmediğini farz edersek; Üsküdar Valide Sultan Camii'nde dilenirken rastlardık. Fransızca ve İngilizce bilen bir elektrik mühendisine rastlamışlığım var.
- Orta halli şans durumunda bir fabrikanın bilgisayarcısı olarak senelik zam alır mıyım temaşasında, “Oğlum imam-hatip okusaydın bari imam olurdun” diyen bir ailenin çocuğu.
- İyi bir şans düzeyinde bir holdingte bilgi işlemci. O da ikili ilişkiler arası bir entrikanın sonucu "kovulma" riskini üzerinden asla atamaz. Tazminatsız ve ihbarsız kendini işsiz buluverir. İş dünyasının klasik ve kendi gerçeği neticesi: "Kimse vazgeçilmez değildir."

Sorunlarımızın nedeni besbelli: Kısaca "Bizans hastalıkları" olarak yıllar öncesinde kıymetli bir siyasimizce dile getirilmişti. Bunlar; Gevşeklik laubalilik, dedikodu, fitne, fesat, terbiyesizlik, birbirini beğenmek, sır saklamamak, rastgele laf söylemek... Aslî sorunumuz "ahlak"tır... Özellikle de iş ahlakı.

Fertile Crescent diye anılan Bereketli Hilal Coğrafyası
Troçki "Toplumdaki hastalıklar için o toplumun şair ve yazarlarını yargılayınız" der. Günümüzde yaşasa idi Troçki "şair ve yazar" yerine "şarkıcı ve senarist" derdi. Ve tabii ki toplumun üzerinde yükselen bizde birçok kereler "memur zihniyeti"nin esiri olan bürokratlarımız... Amiyane tabirle karakteri bulunduğu ortama göre şekil alan "her devrin adamları"... Sorunlar gitgide sofistike hale geliyor ve haliyle çözümlerse trajik hatta bu yazdıklarım dahil trajikomik.

İş adamları hakkaniyetli olursa, amir memurunun hakkına riayet ederse, hoca mesleğinin kaidelerince talebesine özen gösterirse, talebe mektebine önem verirse... Herkes bulunduğu yerin ve söylemlerinin hakkını verirse sorun kalmaz. Mesleğinin gereklerini hakkı ile yerine getiren, iyi ebeveyn, akraba yahut arkadaş olabilen kimseden daha büyük Müslüman(ibadetleri tabii ki kastetmiyorum), daha büyük vatansever olunabilir mi? Nepotizm almış başını gitmiş, liyakat kavramı ise artık bazı sözlüklerde bile yok.

Nepotizm; yani Türkçesi şu bizim "dayın var mı" meselesi var oldukça ve var olmaya devam ettikçe tüm gelecek tasavvurlarımızı "0" ile çarpalım. Liyakat varsa ki bu karakteri de beraberinde getirecektir; tüm "0"ların başına "1" ekleyin.

Tüfek, Mikrop ve Çelik'ten kanaatimce çıkarabilecek en önemli sonuçlardan biri; bireysel açıdan zeki, dahi 
ve mucit olsanız dahi bunları takdir edecek bir ahlak ve geniş kitlelere yayacak bir siyasi organizasyon yoksa unutun gitsin. İşin büyüğü aslen insanları bir araya getirme becerisidir. O veya bu şekilde, ne olduğu önemli değil; kaldıraç bir dayanak noktasına ihtiyaç hisseder.

Archimedes'in dünyayı yerinden oynatmak için ihtiyaç hissettiği türden bir kaldıraç...

Hz. Muhammed(s.a.v.) bir mucit değildir. Yanında bulunan sahabelerin hemen hemen hiçbiri bugün önemli sayılabilecek bir bilim adamı da değildi. Ancak O'ndan(s.a.v.)  ve Onlar'dan sonra dünya bir daha eskisi gibi olmadı. "O(s.a.v.), ancak güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildi." Öyle ki insanlar O'nun için savaş meydanında kardeşi ve babası ile karşı karşıya geldi. "Kara derili" köle Bilal bu sayede halen şu an yaşayan birçok insan çok daha diri bir şekilde yaşıyor. Pek bilinmez ama Peygamber Efendimiz ve Hz. Ebubekir'in yanında arkalarında Onlar'ı öldürmeye gelenler varken birüçüncü kişi daha vardı. Bu kişi müşrik bir rehber idi. Lakin ölüm korkusu ile yüz yüze iken bile şu aralar Müslümanların da günümüzde ihtiyaç duyduğu bir ahlakla Efendimiz'i(s.a.v.)  ele vermedi.

İlyada'da şöyle bir hikâye geçer. Truva Savaşı çıkmadan Arkhilleus'un kafası karışık bir haldedir. Annesi Deniz Tanrıçası Thetis'e savaşa girip girmemesi konusunda danışır. Thetis oğluna "Eğer bu savaşa girmezsen mutlu bir hayat sürer ve torunların kıyamete kadar yaşar lakin ismin unutulur. Savaşa girersen ismin hep yaşar" diye bir yanıt verir. Kâfir, müşrik, putperest, sarhoş ve zina düşkünü Arkhilleus ise isminin yaşamasını seçer ve bu yönde hareket eder. Galiba “Biz Kimiz” sorusunu çokça sormamız ve üzerine zihinlerimizi yormamız icap ediyor.

Müslümanlar iman esasları gereği "ahiret" anlayışına sahiptir. Zilzal Suresi biz Müslümanlara şöyle bir uyarıda bulunur: Fe men ya’mel miskâle zerretin hayren yereh. Ve men ya’mel miskâle zerretin şerren yereh. Mealen; her kul her hareketinin misk tanesi kadar dahi olsa cezası ve mükâfatını görür.  Burada aklıma Rahmetli Durmuş Hocaoğlu'nun "Müslümanlar İslam'a yakışmıyor. Hele ki Türkler ne atalarına ne de dinlerine yakışmıyor" mihmalinde ettiği sözleri aklıma getiriyor.

"Aç insandan asil duygular beklenmez." Lakin aksini bunu yapabilirseniz(ki birçok kereler bu millet tarafından yapılmıştır), tarih yazarsınız. Bu Tıpkı biz Müslümanların ve Türk milletinin övündüğü mazilerinde olduğu gibidir. Kuranı Kerim'in Bakara Suresi’nde "lehâ mâ kesebet ve lekum mâ kesebtum, ve lâ tus’elûne ammâ kânû ya’melûn" dediği gibi. Mealen; (Hz. İbrahim kastediliyor) Onların kazandıkları Onlaradır. Siz Onlardan sorumlu değilsiniz. Bu konuda bir imkân olsa "Hele ki gündeme gelen rüşvet haberlerinden sonra Müslüman Suudları Gavur Putin'e" talebe olmasını dilerdim...

Fatih'in Edirne Çarşısı'nı İstanbul Fethi öncesi teftişe çıkmasından kasıt da bu olsa gerek.

Hâsılı kelam; biz Müslümanlar, hasleten Türkler, sümme hasleten "övgüye mazhar" Oğuz Türkleri rektörüne "umre vazifemi yerine getirdim, takdirinizi bekliyorum" diyen doçent olmaktan ise hayalperest ve vatan haini olup mitralyözlere karşı at sürmeyi tercih eden "Enver" olmayı tercih etmeyi göze alabildiğimiz vakit; eski dinamiklerine kavuşur.

Batı terimleri katıştırılmış bir dille; spiritüel yaşamının seküler yaşamında yansıması bulunmayan psikiyatrik "afazi[7]"ye meftun kitlerlerle "ittihat etmesi ve terakki kavuşması" darağacında boynunun ipe uzanması için sandalye konulan idam mahkûmunun terakki etmesi kadar sürecektir.

Unutmadan; Steve Jobs'a karşılık olarak şu aralar El Kaide örgütünün en tepesindeki isim Aymen Mohammed Rabie al-Zawahiri anlatılanlara göre çok iyi bir cerrah ve matematik dâhisidir. Biri Birleşik Devletler'de, diğeri ise Mısır'da doğmuştur...

İnnallâhe lâ yugayyiru mâ bi kavmin hattâ yugayyirû mâ bi enfusihim.

Bir toplum kendilerindeki özellikleri değiştirinceye kadar Allah, onlarda bulunanı değiştirmez.

Vesselam.

Allahû Alem (En doğrusunu Allah bilir.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder