21 Aralık 2015 Pazartesi

Türk Milliyetçilerin Yumuşak Karnı: Moskof Mes'elesi

Son günlerde yaşanan gelişmelere hepimiz birlikte şahit olduk.

Yaşanan elim olaylar neticesinde Rusya'ya ait bir savaş uçağı televizyon ekranlarından ve yetkililerin ağzından dinlediğimiz kadarıyla "angajman kuralları" çerçevesinde Türk hava sahasını ihlal ettiği gerekçesiyle vurularak düşürülmüştür. Sonrasında gelen karşılıklı restleşmeler neticesinde Türk yetkililer uçağın izlediği rotayı ve vurulma yeri gösterir ayrıntılı haritalar yayınlamıştır. Arama motorlarından kolaylıkla erişilebilecek bilgileri buradan tekrar vermenin gerekli olduğunu düşünmüyorum. Ancak olaylar silsilesinin bizi getirdiği ortam içerisinde Rusya ile ipler bir hayli gerilmiş durumda. Biz de bu hususun neden, nasıl ve ne şekilde gibi akla gelen ilk sorular dizilerini yanıtlamak azmindeyiz.

18 Kasım 2015 Çarşamba

Kuran'sız Müslümanlık *Özet*

ISBN: 6055125592

Not: Kitapta yazanlar aktarılmıştır. Yazanların resmi görüş olarak sitemizle herhangi bir ilişiği yoktur.

Kitap dört bölümden oluşmaktadır. Birinci Bölüm, İman, Akıl ve Yaratılış başlıkları altında incelenmiştir. İkinci Bölüm Kur’an-ı Kerim, Üçüncü Bölüm İbadet ve Dördüncü Bölüm ise Haramlar başlığı altında açıklanmıştır. Her bölüm ayrı alt başlıklara ayrılmış ve bu başlıklar altında konu açıklığa kavuşmuştur. Günümüzde yaşanan İslam’ın içine asırlarca önce giren hurafe bidatler yüzünden Kur’an ’sız bir Müslümanlık anlayışı süregeldiğinden bahsetmektedir ve bu hurafe ve bidatlere açıklık getirilmiştir.

Kur’an saf kalmış günümüze kadar değişmeden gelmiş fakat onu çevreleyen kültür diğer kültürlerin de etkisiyle artık Kur’an kültürünü oluşturan bir kültür olmaktan çıkmıştır. Mezheplerle de ortaya çıkan ihtilaflarla içinden çıkılmayan bir hal almaya başlamıştır. Bu durumları sorgulayan insanlar da din düşmanı ilan edilmiş ve sorgulayan düşünen insanı toplum dışına itilmiştir. 

17 Kasım 2015 Salı

Anne! Kınamam Geldi!


Çok pis kınarız, öyle değil mi?

Coğrafya, tarih ve felsefe bilmeden alabildiğine kınarız. Kimi ve neyi bilmeden de kınarız.

Batı yarattığı canavarlar ile yüzleşmek durumunda. Ama bugün, ama yarın... Eninde sonunda.

Selefilerin iddiası nedir? Nasturiler kimdir? Baas ideolojisi coğrafyaya ne getirdi? Yeşil kuşak ne idi ve kimlerdi, Kaide nasıl çıktı, adını bir tutturulamayan örgüt neden Kaide'den ayrıldı? Nusra ile farkı ne idi? Kuzey Suriye'den Akdeniz koridoru kime, ne amaçla temizleniyor? Ruslar oraya yeni mi adım attı, yoksa zaten Tartus limanında mıydılar? Bilmesek de olur, değil ama kınayalım... Bir iki beğeni alır, doktoralı falan isek bir iki ekranda poz... Tamam ya hu, çıktı yeni arabanın parası.

5 Kasım 2015 Perşembe

Çağhan Sarı - Yalancı İyileşme

1 Kasım 2015 seçimleri Türk siyasi tarihimizde bir seçim sonrası 90 günde hükümetin kurulamaması gerekçesiyle gerçekleşen ilk erken seçim olma hüviyetini taşıyordu. Nitekim daha önce koalisyonların dağılması yahut yıpranmasıyla, iktidarın muhalefete baskın yapma arzusuyla vs gibi bir çok erken seçimi yaşayan Türkiye, bu sefer koalisyonun yolun başında kurulaması nedeniyle sandığa gitti. Seçim sathının sessizliği bir gerilimin biriktiğine işaret idi. Ancak bir çoğumuz bu sessiz gerilimi yanlış okuduk. Tekrar tek başına iktidarı tesis etmek için koalisyon görüşmelerinde oyalayıcı bir tavırla süreye oynayan iktidarın halk tarafından cezalandırılacağı, birer puan daha muhalefet partilerine kayarak iyice güçten düşeceği varsayımında idik.

Seçim akşamı görüldü ki, kamuoyunda uzlaşmaz tavırla itham edilen MHP, sandıkta bu sefer ittifak kurmayan SP-BBP ve günden güne anayasal sınırları zorlayan İmralı patentli Kandil logolu HDP ciddi oy kayıplarına uğradı. İnisiyatif almayarak bu süreci en az yıpranma ile atlatan CHP ise sadece iki vekil fazla çıkarabildi. Kısaca iktidara mesaj vermesi beklenen seçmen, "sizin yapamadığınız koalisyonu sandıkta ben yaparım" dedi. Cumhuriyet tarihinde bir kaç yıl aralıklarla gerçekleşen seçimlerde ciddi oy kaymaları olmasına alışığız. Rakamlar da bunu ortaya koymaktadır. Ancak beş ay içinde yaklaşık 5 milyon seçmenin karar değiştirip iktidar partisine %9 artış sağlaması açıkça okunması gereken bir davranıştır. Seçime katılım oranı da %85 dolayında olması "seçimlere katılım asgari düzeyde olur" beklentilerini boşa çıkarmıştır.

28 Ekim 2015 Çarşamba

Savaş Sanatına Göre Dinleme ve Dinletme Sanatı - Kendini Doğru İfade Etmek -

Dinlemek, dinlerken sesten anlam çıkarmak demektir. Dinlemek ile duymak arasındaki fark da budur. Mantık olarak dinletmek de, anlamlı ses çıkarmaktır diyebiliriz.

İlişkilerde bir iletişim yolu olarak başvurulan diyaloğun, tartışmanın ve kendini sözle ifade etmenin de aslında bir mücadele yöntemi olduğunu ve bundaki başarının da doğru stratejilere dayandığını unutmamamız gerekir.

Herhangi bir fikri ortaya atarken karşı taraftan itiraz gelmesi, temelde ifade edilen şeyin o kişi tarafından benimsenmiyor olmasına dayandığını söyleyebiliriz. Fakat asıl sorun -çoğunlukla- ifade ediş biçimi ve karşı tarafla empati kurulamamasından kaynaklanır. Bu durumda, "niye benimseniyor acaba" dedikten sonra tercihen öfkelenmek veya vazgeçmek durumunda kaldığımız çok görülmüştür. Ki, her ikisi de aslında zayıflıktır.

21 Ekim 2015 Çarşamba

İnsanın En Önemli Keşfi: Stratejik Akıl & Savaş Sanatı

Herşey doğmuş olanın var olmaya devam etme eğilimi üzerine kuruludur. Hayat büyük çaplı bir oyundur. Tüm oyunların esin kaynağı da hayat ve mücadeledir. Eğlence deyip geçmeyin. Oyunlarda mücadele etmeyi deneyimlersiniz aslında. Sorun sanal olmasıdır. Savaş sanatı ise gerçektir.

Savaş sanatını "stratejik akıl" olarak açıklayabiliriz ancak, içgüdü ve duyguların da stratejik aklın muhtaç olduğu bir olgu olduğunu gözardı edemeyiz. Çünkü aşağıda da açıklayacağımız gibi, stratejik akıl, içgüdü ve duyguların bir eseridir aslında. 

Oyun oynama isteği kazanma deneyiminin en önemli parçasıdır. Tamamen içgüdüsel ve genetik bir eğilimdir. Bir oyunda ilk önce kuralları öğrenirsiniz. Ancak kuralları öğrenmek kazanmaya yetmez. Çünkü bunun dışında kuralları, kazanmak adına kullanmayı da öğrenmeniz gerekir...Biri sadece bilgidir, diğeri ise idrak gerektirir ve ardından uygulama gelir.

15 Ekim 2015 Perşembe

Bir Ödül ve Bir Karakter Özelinde Irkçılık Karşısında Fikriyât

Eminim ki kendini Türk hisseden herkes Aziz Sancar Bey'in yapmış olduğu araştırması ile -bir önceki gibi birilerini yağlayıp ballamadan- bileğinin hakkı ile almış olduğu Nobel ödülü ile gurur duymuştur. Her ne kadar son senelerde verilen siyasi kararlar nedeniyle Nobel, kendinden çok şey kaybetmiş olsa da hâlâ dünyanın en saygın bilim ödüllerinden biri olduğu şüphesizdir.

Aziz Bey hakkında çıkan medya haberlerinin ulaşabildiğim nispette hemen hemen hepsini incelemeye çalıştım. İlk zamanlar yarı korku içerisinde yaptığım okumalar şimdilerde yüzümü güldürüyor.

Bugün kendisi yapılmış bir röportajı okuma imkanı elde ettim. Hiçbir harfini değiştirmeden alıntılıyorum. Aynen şu kelimeleri sarf ediyordu[1]:

28 Eylül 2015 Pazartesi

Çağhan Sarı - Yasaklar: Tarihimizdeki Bazı Notalar


Türkiye'de matbuat hayatı başladığı andan itibaren onunla beraber yola koyulan bir serüvenin adına uzanacağız aslında. Kah yakılan bir kitap kah kopyaları makaslanan bir film. Okunması yasaklanmış bir şiir yada baskısı toplanan gazete. Adı sansür. Kelime anlamıyla kavramların çeşitli yollarla kontrol edilmesi. Bu tanım yasaklamanın kibarcası gelebilir size. Biz de naif bir hususla yasaklar tarihine bakalım. Bunu da müzikle, notlara değil notalara bakarak yapalım.

Türkiye'de radyo yayını başladıktan sonra bazı dönemlerde radyo müzik yayını için repertuarların hazırlandığı, bu repertuarların haricinde türlerin yayınlanmadığı yakın geçmişimizde konuşulmuştur. Hem siyasi sebeplerle bir dönem dinleyiciden men edilen hem içerik yönünden 'sakıncalı' bulunarak terennümü katiyen yasaklanan şarkılarımız o kadar çok ki, bu yazıda ancak bir seçkiye yer vereceğiz. Repertuarımızda yasaklı şarkılar ve onların yasaklanma nedenleri yer alıyor.

23 Eylül 2015 Çarşamba

Türk Toplum Anlayışında Bireyciliğin Durumu Üzerine


Bireyciliği ön planda tutan insanların oluşturduğu batı toplumunda herkes birbiri ile yarış halindedir. Bu da içinde yaşadıkları toplumu üretken yapmaktadır. Dolayısı ile toplum güçlüdür. Güçlüdür ama bu gücün bazı zayıf yönleri de vardır. Aslında pamuk ipliğine bağlı bu sistem zarar görürse batılının bireycilik saplantısı bu sefer yok ediciliğe dönüşerek toplumu parçalayacaktır. 

Biz ise Türk Milleti olarak toplumcuyuz. Bireycilik yönümüz bir batılı anlayış ile kıyaslanırsa zayıf olduğu görülür. Bu durum Türk Töresi ve terbiyesi ile ilgili toplumsal düzenin, bireyciliği ve öne çıkmayı belli ölçülerde sınırlayan bir bakış açısının sonucudur. 

24 Ağustos 2015 Pazartesi

Çağhan Sarı - Savaş Millet!

Amerika Birleşik Devletleri'nde yayınlanmış olan bir çok çalışmada, devlet egemenliğinin tesisi, toplumun şekillendirilmesi, "yaşatma" prensibi için savaş gerekliliğine vurgu yapılmaktadır. Savaşın erdeminden faziletine kadar bir çok belgesel ve Hollywood filmleri de cabası. Amerika Birleşik Devletleri'nde silah üretimin özel sektörde olması savaş=para, savaş=devletin tesisi gibi denklemleri de beraberinde sorgulatıyor. Böyle bir girişte bulunmanın nedeni de bir kaç soruyu sizlerle paylaşma ihtiyacımdan kaynaklanıyor.

Türkiye'de cumhuriyetin ilanından sonra süratle modernite hareketinde. Bu hareketin içinde milliyetçiler de bulunuyor. Ancak – Hakkı Öznur'un da tespitiyle- kısa bir süre sonra bu milliyetçi akım, Kurtuluş mücadelesinde ve cumhuriyet sürecinde yer alsa da salt batılılaşma taraftarları karşısında güç kaybediyor ve Türkiye nasyonalist bir çağ yaşamadan moderniteyle yola devam ediyor. Ardından İkinci Dünya Savaşı ve savaşın sonunda dünya konjonktürüyle batı demokrasisi cephesine geçiliyor. Demokrasinin geleneği oturdu mu oturmadı mı sorusu burada ilk soru olarak belirecek iken askeri darbelerle kesilen yıllar ve anayasa boldu dardı tartışmalarını yaşıyor. Nitekim 1980lerden sonra dünyada genel siyaset tekrar değişiyor Türkiye liberalleşmeye son hızda giriyor. Merkantalist bir evre yaşamamış, Fransa'da -V.Hugo gibi isimlerin olduğu- nasyonalist dönemi tamamlamamış bir dönem. Hatta zamanında Türkiye'de ırkçılık yapıldı tartışmalarına en güzel cevabı Türkkaya Ataöv vermişti. Türkiye'de Rosenbergler ve Gabinolar gibi ırkçı teorisyenler mi oldu da diyerek set çekiyor.

18 Temmuz 2015 Cumartesi

Ali Emre Sucu - The Role of International Non-Governmental Organizations in Contemporary International Relations : Example of Uzbekistan Civil Commotion Movement*

Abstract
The phenomenon of civil society is the most significant factor for societies and states. In recent times, states are categorized whether they have strong civil societies and non-governmental organizations. At the same time, this phenomenon is related to modern international relations because the big powers use these organizations as a tool in their regional and worldwide politics. At this point, Uzbekistan Civil Commotion Movement and Muhammed Salih is a good example for observing the role of non-governmental organizations in the international relations system.

In terms of relations of civil society-democracy, democracy-nongovernmental organizations and international relations, the UCCM is assessed in this article. Thus, it is revealed that non-governmental organizations can effect the International Relations System.

Key words: Democracy, Civil Society, Muhammed Salih, Non-governmental Organizations, Civil Commotion Movement.

30 Nisan 2015 Perşembe

Uygulamaları Yönünden Pasif ve Dışlayıcı Laiklik

Ahmet T. Kuru tarafından kaleme alınan ve İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları tarafından basılan “Pasif ve Dışlayıcı Laiklik | ABD, Fransa ve Türkiye kitabına ilişkin bir değerlendirme denemesidir.   
         1.       Özet:
Yazar, çalışmasını zaman zaman başka ülkelerden bilgi ve istatistikler sunmakla beraber “uygulamalara” yönelik atıfları ile birlikte hasleten ABD, Fransa ve Türkiye[2] ülkeleri üzerinden derin bir analiz süreci sonunda önemli bir çalışma meydana getirmiş. Çalışmaya dair değerlendirmeler gerek kişisel izlenimler ve gerekse belirtilen kaynaklarla kıyaslanarak ortaya konulmaya çalışılmıştır.

2.       Giriş:
Yazar, yorumlarını “devr-i sabık” olarak adlandırdığı kavram çerçevesinde yaparak konuları özellikle siyaset, hukuk ve diğer kamusal yaşam alanları açısından ele almıştır. Kitabın giriş kısmında verilen temel tanımlamaların ardından her ülke için bir kısım ayrılmış ve kısım bitimlerinin sonuç kısımlarında analizlere yer verilmiştir.

Anahtar Kelimeler: devri sabık, pasif laiklik, dışlayıcı laiklik, karşılaştırmalı laiklik

19 Nisan 2015 Pazar

Çağhan Sarı - Türkçe Ezan Hususunda Doğrular ve Yanlışlar

Türk siyasi tarihinde bazı hadiseler vardır ki polemiklerle güncel siyasetteki yerini korur. Biraz kurcalandığında sinirler gerilir yahut tartışma adabının yerini suçlamalar alır. İşte Türkçe ezan böyle bir meseledir. Nitekim ne zaman okunmaya başlandı, nasıl kaldırıldı, neden kaldırıldı, kimin döneminde yasaklar vardı gibi sorularla doğrular, yanlışlar, iddialar bulunmakta.

1. Türkçe ezan fikri ne zaman ortaya çıktı?

Yanlış – Ziya Gökalp'le ortaya çıktı.

Doğru – Hayır, Türkçe ezan fikrinin ilk ortaya çıkışı Ziya Gökalp'ten eskidir. Hatta birazdan vereceğimiz kaynağın ötesinde de muhakkak bilgiler mevcuttur. Özellikle kadim dostum Arkeolog Sergen Çirkin'in Türkçe Kuran ile ilgili çalışmalarını henüz temin edemeyip tetkik edemediğimizden gerek o gerek başka araştırmacılar, tarihçiler tarafından ortaya çıkış hakkında noksan kalan bir yanı varsa katkıda bulunmalarını talep ediyoruz. Türkçe ezan ile ilgili önemli söylem, batılılaşma ile ilgili bir çok şeyin ilki niteliğindeki çıkışları bilinen Ali Suavi'ye aittir. Ali Suavi, Ulum gazetesinde 'Lisan ve Hatt-ı Türki' başlıklı yazısında namazın Türkçe kılınabileceğini iddia etmiş, iddialarına dayanak olarak Ebu Hanife'yi gösterdi. Ali Suavi, surelerin Türkçe'ye çevrilmesinin yanında hutbenin de Türkçe okunmasını savundu. Hatta bu dönemde Ali Suavi'nin Türkçe hutbe okuduğuna dair bilgiler de bulunuyor.

14 Nisan 2015 Salı

Çağhan Sarı - İsmet İnönü'ye Suikast Hadisesi

Tarih ders kitaplarında devlet büyüklerine yönelik suikastlar işlenmektedir. Bazıları nihayet bularak hedef aldığı isimlerin ölümüyle sonlanırken bazıları teşebbüsten ibaret kalmıştır. Cumhuriyet tarihi konularının yakın bir zamana kadar Atatürk'ün vefatı ile tamamlanmasından dolayı lise sıralarında 1938-1980 arası evre henüz anlatılmaktadır. Şubat sayısı olması nedeniyle bu ay, sizlere İnönü'nün son Başbakanlık yılında atlattığı bir suikast girişimini aktarmaya çalışacağız.
 
Tarih, 21 Şubat 1964′ü gösterdiğinde, Albay Talat Aydemir'in birinci darbe girişiminin ikinci yıl dönümü idi. Lakin ikinci denemesinden sonra Albay dar ağacına yollanmıştı. 

21 Şubat sabahı, İnönü, acaba yıl dönümü olduğunun farkında mıdır, bilinmez. O gün bir cuma idi. İsmet İnönü, -artık bu yıl kullanımının bitmesi muhtemel- Başbakanlık binasında çalışmakta idi. Öğleyin TBMM Başkanı Fuat Sirmen ile randevusu olduğu için başbakanlıktan ayrılmak üzere idi. Yanında 12 Eylül sonrası Halkçı Parti'yi kuracak olan sekreteri Necdet Calp ve Müsteşar Haldun Derin bulunuyordu. 

10 Nisan 2015 Cuma

Yeni 31 Mart Vakası: Yok Kablo Koptu, Yok Frekans Kaydı... Atıyorsanız, Destekli Atın.

Yeni 31 Mart Vakası. Fakat bu kez ne bir "Yıldırım Ordusu" ne de geleceği parlak bir "Mustafa Kemal" var.

Üzerinden biraz zaman geçti ama konuyu yeniden gündeme getirmekte yarar var, çünkü daha şimdiden unutuldu. Çok yakın bir tarihte ülke çapında bir elektrik kesintisi yaşadık. O gün aşağıdaki maddeleri bir sosyal platformda yayınlamıştım:
31 Mart 2015: Odalarda Işıksızız

Kablo kopması ile ülkenin yarısının elektriği kesilmez. Milleti bu kadar aptal sanmayın. Enterkonnekte sistem nedir, hâlâ internetimiz çalışıyorken bir bakın. 

1- Tüm ülkenin elektrik şebekesini bir bilgisayar sistemine bağlama gibi bir aptallık yapmadınız umarım. Hadi yaptınız ise neden koruyamıyorsunuz?
2- Öyle Birleşik Devletler ağzı ile iki bin yıllık komşuna da atıp tutmak bedava değildir. Perişan ederler adamı. Ha unutmadan, sen unutalı çok oldu ama devlet olmak ''böyle'' bir şeydir. E-bomb benzeri silahlara ve siber saldırılara karşı tedbir ve acil eylem planınız nedir? Yoksa iyiden iyiye "devletimsi" mi olduk?
3- Twitter'daki tespit edemediğin bir adama ''delikanlı isen ortaya çık'' der gibi ülkenin kesilen elektriği için de ''delikanlı ise gelir, gelmezse namerttir'' mi diyeceksin? Teknoloji "artizlik" kaldırmıyor muymuş?
4- Avrupa hadi iddia edildiği gibi bizi enterkonnekte sistemden çıkardı diyelim. Bu ülkede üretilen elektriğe ne oldu? 
5- GSM şebekesindeki ve internetteki anormallikler sadece elektrik kaynaklı olmadığı belli iken bu sorunlara ilişkin izahınız nedir? Paralel devlet mi? Darbeci zihniyet mi?
6- Bu kesintinin ülke ekonomisine maliyeti nedir? Bu ülkede harakiri yapacak kadar değil, istifa edecek kadar haysiyetli "Müslüman" bürokrat var mı?
7- Her olayda olduğu gibi bu olayda da sorumlu çıkmayacak mı ve biz bir ay sonra yeniden "Survivor" finalini, akademik ciddiyet ve bilimsel metodoloji içerisinde tartışıyor mu olacağız?
8- DHKP-C terör örgütü bu kesintiyi önceden nasıl haber alabildi?

Uyku ölüme benzer Türkiyem!..

6 Nisan 2015 Pazartesi

Çağhan Sarı - Dumlupınar Faciası

4 Nisan 1953 tarihinde Çanakkale Nara burnu açıklarında İsveç Bandıralı Naboland şilebi ile Dumlupınar denizaltımızın kazası saatler içerisinde tüm ülkeyi yasa boğdu. 81 deniz aslanı Çanakkale'de şahadete ulaştı. Yıllar sonra Dumlupınar için şiirler ve kitaplar yazıldı, belgeseller çekildi. Nisan sayısında Dumlupınar'ı bir kez daha hatırlamak vesilesi ile yazıyoruz.

Dumlupınar denizaltısı Balao sınıfı olarak İkinci Dünya Savaşı yıllarında Amerika Birleşik Devletleri'nde yapıldı. 24 Nisan 1944 tarihinde USS Blower adıyla hizmete başladı. Newland denizaltı üssünden ayrılan Blower ilk cephe görevi için Panama'ya giderken bir devriye botuyla çarpışarak talihsiz bir başlangıç yapmıştır. Blower'in yara aldığı yer, yıllar sonra onun son yarasını alacağı yerdir. Savaş sonunda Amerika, yardım programı kapsamında 1950 yılında Blower denizaltısını ülkemize hibe etti. Adı Dumlupınar oldu. Dumlupınar'la beraber Amerika'nın hediye ettiği diğer denizaltıya da Çanakkale adı verildi. Denizaltı, Türk heyeti tarafından 10 haftalık bir eğitimin ardından donanma ile ülkeye geldi. 19 Aralık'ta İstanbul boğazında amiral gemisi Yavuz'un top atışları altında denizaltının donanmaya katılma töreni tamamlandı. Ancak Dumlupınar denizaltısının makus talihi yeni filosunda da devam etti. Dumlupınar'ın iki defa kanatlarının kaza geçirmesi ve daha önce Dumlupınar adını taşıyan İtalyan yapımı bir başka denizaltının da 1949′da kaza yapması uğur ve uğursuzluk inancının güçlü olduğu denizciler için düşünüldüğünde insanı müteessir eden bir başka detaydır.

30 Mart 2015 Pazartesi

Türkiye'de Misyonerlik

Avrupalılar geldiklerinde onların elinde İncil, bizim elimizde ise topraklarımız vardı. Bize gözlerimizi kapatıp dua etmeyi öğrettiler. Gözlerimizi açtığımızda baktık ki İncil bizim elimizdeydi. Topraklarımız ise beyazların olmuştu.
*Jomo Kenyatta

Misyonerlik; görev, yetki, vekâlet, bir işin yapılması için verilen özel görev anlamına gelen "misyon" kelimesinden türemiştir. Bu işi yapan kimseye misyoner" ve misyonerin yaptığı işe de Türkçede "misyonerlik" denilmektedir. 

Misyon ve misyoner kelimeleri genel olarak bütün evrensel dinler için geçerli olmakla birlikte, Hıristiyanlık söz konusu olduğunda, tarihi süreç ve organize bir Kilise faaliyeti olması bakımından daha özel bir anlama sahiptir. Dinlerin kendi mesajlarını başkalarına yayma gayeleri olmakla beraber, misyon ve misyoner kavramları genellikle Hıristiyanlık için kullanılmaktadır. Latince kökenli olan kelime ilk defa Hıristiyanlar tarafından kullanılmıştır.[1]

28 Mart 2015 Cumartesi

Oğuzhan Yücel - Düşünmediklerimiz ve Osmanlı'da Rusya Korkusu

“Bir kişi dahi olsa Türk tarihinin doğru  bilinmesine
 vesile olabilirsek muradımıza ermiş oluruz…”
Ali Ahmetbeyoğlu[1]

Mensubu olduğumuz aziz Türk Milleti tarihin ilk dönemlerinden itibaren Çin içlerinden batıda Orta Avrupa’ya, kuzeyde Sibirya’dan güneyde Arabistan’a kadar yayılan geniş bir coğrafyada hüküm sürmüştür. Tarihte başka hiçbir millete nasip olmayan bu muazzam durum Türk Milleti’ne haklı olarak övünç kaynağı oluşturmuştur. Bu kadar geniş coğrafyada hüküm süren Türkler diğer topluluklarla yakın ilişki içerisine girmiş, onları etkilemiş ve etkilenmiştir. Bu cümleden olarak Türk tarihini okumak dünya milletlerinin tarihini okumaktır; ama doğru okumak.[2]
        

10 Mart 2015 Salı

Türk Milliyetçiliğinin En Mühim İhtiyacı: Muhatapları ile bir "Özeleştiri" Denemesi

“Bana hatâlarımı gösteren adamdan Allah (c.c.) razı ol­sun.”
Hz. Ömer

Şehid Mustafa Pehlivanoğlu

Burası "acayiplikler ülkesi". Ne yazayım diye düşünmenize çok gerek kalmıyor. Hele ki "gündem" üzerinden gitmeyi hesap ediyorsanız... Sosyal medyanın yaygınlaşması ile birlikte de kim, ne düşünüyor öğrenmek oldukça kolaylaştı. Hiç sevmesem de yine bir gündem yazısı yazıyorum. Umarım alışkanlık haline gelmez.

Bu hafta da her türlü milliyetçiliği ayaklar altına aldığını dile getiren iktidar partisinin, son mektubunda "Allah davası ölmez milliyetçilik yaşar" diyen ve akabinde idam edilerek şehid edilen Mustafa Pehlivanoğlu'nun yaşamını konu alan bir filme ön ayak olduğunu gördük...

5 Mart 2015 Perşembe

Koltuk Sevdası ve Hayaller Üzerine....


Üstnot: Bu yazı "Profesör Dr." Cemal Zehir nezninde, iktidara yanaşmak için hakikate gözlerini yuman tüm ünvan taşıyıcılarına ithaftır.

Hürmetli Hocalarım, Kıymetli Büyüklerim;

Başlamak oldukça zor, fakat hangi hayallerden söz ettiğinizi anlamakta güçlük çekiyorum.

Ülke üniversitelerinde terör örgütü adam öldürebiliyor. Bu mu sizin hayaliniz?

Terör örgütü yandaşları istediğinde tozu dumana katıyor. Eşinin yanında sokak ortasında askerlerinizin canını alıyor. Böyle miydi hülyalarınız?

Dünün en büyük iktidar müttefiği bir ay içinde en büyük vatan haini olabiliyor. Ülkenin sayıları milyonu aşan, yıllık bütçesi ile Balkanlardan bir ülkeyi en az beş sene mamur edebilecek kolluk kuvvetleri twitter'daki bir adamı tespit edemiyor. Acaba ben mi karamsarım?

26 Şubat 2015 Perşembe

Türbe, Tarih ve Ricât

Tarih için en güzel sözü büyük bir şairimiz demiştir. Tarih, araç sürerken dikiz aynasına bakmak gibidir der. Şimdi son günlerin en büyük hadisesi hakkında hülasa ve mütalaa yapalım.

Bir – Suriye'de bulunan Süleyman Şah türbesinin, Ertuğrul Gazinin babası Süleyman Şah olduğuna dair veriler maalesef kesin değildir. Hatta tarih ilmi ışığında, üstatların kronik dedikleri döneme dair – yada döneme en yakın tarihte- kaleme alınan teliflerde bunun Kutalmışoğlu Süleyman Şah olduğuna dair bilgiler daha ağır basmaktadır. Peki, neden bu türbe, Osman Gazi'nin dedesi olarak kabul edilmiştir? Bunun arkasında tarihsel bir veri değil hukuki bir istinat bulunmaktadır. Yani Türkiye ve Fransa arasında yapılan 1921 yılındaki anlaşmanın dokuzuncu maddesine göre burası Osman Gazi'nin dedesi Süleyman Şah'ın türbesidir. Türk devletinin toprağıdır. Bu hukuken kesinleşmiştir. Böyle kabul edilmiştir. Hatta tarih ilmi ışığındaki araştırmalarda bu türbenin 'makam' türbesi olma ihtimali dahi vardır. (Makam türbesi naaş bulunmayan, saygı için abide kabirlerdir)

25 Şubat 2015 Çarşamba

O. Berat Çelebi - Kafası Karışıklar Ülkesinde Alakasızlıklar Senfonisi

Yazımda iki ayrı portreden bahsedeceğim:

İlk bahsedecek olduğum kimseyi şahsen tanımam. Arkadaşlarının anlattığı kadarını biliyorum.

Ancak ülkücü ülkücüyü tanır. Üniversitede iseniz, size sizinle aynı durumda anne babasından ayrı, kimsesi olmayan ve kendi başına ayakta durmaya çalışanlar kadar yakın geleni olmaz. Evinizi paylaşır, lokmalarınızı üleşirsiniz. Lakin birde bu kişi "sizin gibi yaşayan, sizin gibi düşünen, sizin gibi konuşan velhasıl kelâm ülkücü"[1] ise bambaşkadır. Öyle ki birbiri ile ilk karşılaşmalarının ardından sadece 20 dakika geçse bile sizi evine davet eder, sofrasını açar ve yatağınızı serer. Bu ne hemşehricilikle, ne aynı takımı tutmakla ne de aynı bölümde okumakla kıyas edilebilir bir kardeşlik değildir. Yeri geldiğinde hiçbir tanışıklığınız olmasa da bir hengame esnasında "Tekbir" getirişinden tanırsınız ve yardımına koşarsınız. Ciğerlerin en derinine çekilen bir nefesin, vücudun bütün kuvveti ile ile verilerek kendine has ve biraz da "kurt hırıltısı" ile dışa vurulmasıdır. 3-4 kişi de olsa "40 çeri" kadar ses getirirsiniz.

24 Şubat 2015 Salı

Fırat'tan Akan Kan

Gün oluyor insan neye üzüleceğini bile şaşırıyor. Vatan toprağının "terk" edilmesine mi, bir kardeşimin şahadetine mi?

Olayı hepimiz duyduk ve biliyoruz.

Bir yanda şehid olan bir gencecik bir kardeşimiz. Diğer yanda adının "Nurullah Semo" olduğu her yerde yazılan kasıtlı ya da değil, bir şekilde "öldü" haberleri yayılan bir terörist. Sosyal medyada ve haber sitelerinde kendisinin "terörist" olduğunu açıkca gösteren birçok resim mevcut.

Fakat benim bu yazıyı yazmaktaki amacım ne şehid kardeşim Fırat'ı anlatmak ne de Nurullah adlı teröristi yazmak...

23 Şubat 2015 Pazartesi

Çağhan Sarı - Aman Sukünet, Aman İtidal!

Türkiye'de beş yıldan beri sürmekte olan sürecin tesirinde ulusal basının 'mütareke' basınını aratırcasına tutumuyla söze başlamak lazım geliyor. 1918-1922 yılları arası işgal altında kalmış İstanbul basınının tamamına yakını, Anadolu hareketini, Kuvayı Milliye'yi, açıkça karşısına almış, İzmir'in kurtulduğu günün akabinde meşhur Peyam-ı Sabah gazetesinin baş muharriri Ali Kemal, 'yanıldık' başlığıyla günah çıkartmıştı. Dönemin gazeteleri tarafgirliğini alenen, aşikar, hatta mertlik kaideleri içerisinde yapmıştı. Merak ediyoruz. Bu günün ulusal basını karşıt görüşlülük ifadesi adı altında meşrulaştırma operasyonunda hicap duyacağı günler gelecek midir? Marksist- Leninist ideolojiyle kurulmuş terör örgütü - resmi adıyla bir parti-, son 15 yıldır Kürt faşizminin, etnik milliyetçiliğin yapı taşı olurken, Ülkücü hareket ve Türk milliyetçiliğinin karşısındaki konumu nasıl 'karşıt görüşlülüktür'?

12 Şubat 2015 Perşembe

Bazı Hafifmeşrep Bürokratların Böyük(!) Ülkesi

Osmanlı'yı çokça(!) bilir, çokça(!) konuşuruz. Öyle ki basit bir köy kahvesinde bile şanslı ecdadımıza dair menkıbelerle karışmış tarihsel olayları ya da yakıştırmaları duyarsınız. Hepsi baştan aşağı örülü bir ahlak ve medeniyet tasavvurunu işaret eder. İbn Haldun'dan bu yana bildiğimiz bir metafor ile "devletler organizmalara benzer". Büyür, yaşar ve ölür. Osmanlı için de talih bundan farklı bir şey söylememiştir. Stratfor'un gözde analistlerinden George Friedman'ın yazmış olduğu "Gelecek Yüzyıl ve Gelecek On Yıl" gibi sansasyonel kitaplarında anlatılan önemli tezlerden birisi de Haldun'un adı anılmasa da bu "Haldun" tezidir. 

7 Ocak 2015 Çarşamba

Dinin İdeolojisi veyahut İdeolojinin Dini

3 Nisan 1995 Time Dergisi Kapağı
 İslamofobi kavramının 11 Eylül olayları sonrasında "Batı" ya da tam anlamıyla "Hıristiyan Batı" tarafından kasıtlı olarak yükseltilmesi ve yeniden "Crusade" kavramının "Dinin İdeoloji" olan ilişkisi yeniden kendini güncellediğini söylemek mümkün.  Akla ilk olarak "İslam" gelse de bunun böyle olmadğına ilk örnek olarak Japonya ile başlayalım:

Aum Şinrikyo (オウム真理教) yeni adıyla "Aleph", Japonya'da kurulan dini örgüt. 1984'te Shoko Asahara tarafından Tokyo'da kuruldu. 20 Mart 1995'te Tokyo metrosunda sarin gazıyla yaptıkları eylem 12 kişinin hayatını kaybetmesine sebep oldu. Amerika Birleşik Devletleri, Kanada ve Avrupa Birliği tarafından terörist örgüt ilan edildi.

20 Mart 1995 tarihinde örgüt üyeleri Tokyo’nun çeşitli metro istasyonlarına aynı anda kimyasal sinir gazı olan sarin gazı yaymış, 12 kişinin ölümüne, 6.000’den fazla kişinin yaralanmasına neden olmuştur. Grup, 1994’te Japonya’da meydana gelen diğer esrarengiz kimyasal kazalardan da sorumlu tutulmaktadır. Biyolojik maddeler kullanarak yaptığı terör saldırıları başarısızlıkla sonuçlanmıştır.
Örgütün kurucusu Shoko Asahara, Mayıs 1995'te Japon polisince tutuklanmıştır. İdama mahkûm edilen Asahara, 29 Ocak 2009'da asılarak idam edildi.[1]

“Sadece Siz Sıradan Bir İnsansanız,
Herşey Size Sıradan Gibi Görünür”

Charles Dickens[2]