30 Aralık 2013 Pazartesi

Göktürklerde Osmanlı’yı görebiliriz

SAMET ALTINTAŞ
29 Aralık 2013

Prof. Dr. Ahmet Taşağıl, Mimar Sinan Üniversitesi Tarih Bölüm Başkanı. Orta Asya tarihi üzerine çalışan nadir uzman akademisyenlerden olan Taşağıl, “Türk tarihi göç-boy sistemi-model devlet üzerine kurulu. O yüzden Türkiye Cumhuriyeti de Göktürklerin devamı oluyor.” diyor.

Dörtnala, uzak Asya’dan gelen Türkler kim?
Türklük, M.Ö. 3000’den günümüze akan büyük bir ırmak. Zaman içinde buna sağdan ve soldan başka kollar katıldı. Ama ırmağın esas adı Türk olduğu için hepsi bunun içinde yer aldı. Kaldı ki böyle bir çağda safkan ırk aramak doğru değil. Laboratuvar ırkçılığı son derece insanlık dışı. Sosyolojik anlamda millet dediğimiz şey, kültürden oluşur, genlerden oluşmaz.

28 Aralık 2013 Cumartesi

Sözde Kürdistan'ın Olası Komplo Teorisi


Bu mesele ile ilgili olarak kendimi bildim bileli yazılan yerli yabancı kaynakları okumaya gayret ederim. Konu hakkında yazılmış olan yabancı kaynakların durumu hiç de iyi değil. Nazilere rahmet okutan Türkler ve Türklerin ülkesi ile karşılaşırsınız. Durum hakikaten böyle midir, değil midir diye herhangi bir şekilde değerlendirme yapmaksızın sadece çeşit açısından basılan kitap sayısı Türkiye'nin aleyhinde olanlar açısından oldukça iyi durumda. Galiba biz tıpkı "Ermeni Meselesi"ni senelerce umursamadığımız, önemsemediğimiz ve bugün başımıza bela olduğu üzere dikkate değer bulmuyoruz. Bahsettiğim kitapların bibliyografyasına girişecek değilim.

Ana maksadım ilk olarak durum tespitlerinde bulunmak. Kendi konumumuzu tayin edebilirsek bulunduğumuz koordinatlardan bize yaklaşan tehdit ya da ona benzer herhangi bir tanıma karşı daha net bir duruş sergilemek adına ilk adım olacaktır. İkinci olarak karşı tedbir olarak uygulanana bazı uygulamalarının etkinliğinden söz açağım ki tahmin ediyorum ki söyleceklerim hoşa gitmeyecek. Üçüncü ve son olarak biraz komplo teorisi denemesini; biraz strateji merakı, biraz da hayat tecrübesinin verdikleri nispetinde değerlendirme cüretinde bulunacağım.

24 Aralık 2013 Salı

Diğer Kar Taneleri ve Sen


Bu şiiri yazmak için
Uzandım bir kağıda
“Niçin”i bilinmez “hiç”in
Ama kağıt yırtıldı usulca…
Kar yağıyordu…
Yağmur gibi,
Rahmet gibi değil
Kar gibi
Kendi gibi
Kar yağıyordu…

İki Cihan Harbi'nin Kaybettirdiği İki Cihan'a Bedel İki Hasletimiz...

Herkes ölüyor ama
Herkes Enver gibi ölemiyor.
Volkan Ekiz

Yeni Şafak gazetesi yazarlarından Süleyman Gündüz'ün kaleme almış olduğu linki verilmiş olan yazıya cevabımdır:

S. Gündüz: 

http://yenisafak.com.tr/yazarlar/SuleymanGunduz/sarikamis-harek%C3%A2ti-olmasaydi/44761

Türk milletinin tarihi yürüyüşünün durdurulduğu dönemlerin 100. yıllarını idrak etmeye başladık. Balkan Savaşlarının 100. yılını geride bırakmak üzereyiz.

İki gün sonra da Sarıkamış harekâtının 99. yılını anacağız. Tarihimizde 1863 Viyana bozgunuyla başlayan duraklamanın, ardından gerileme ve çöküş dönemlerinde birçok trajik vakıa yaşanmıştır. Bunların başında şüphesiz iki tanesi önemlidir.

Bunlardan birincisi 1876-77 Osmanlı Rus harbidir ki halk tarafından 93 harbi olarak adlandırılır. Büyük tarihçiler bu savaşı gerçek anlamda Osmanlı Devleti'nin miadını tamamladığı ve Türk milletinin tarihsel yürüyüşünün durdurulduğu savaş olarak kabul ederler. Ardından gelişen her olay Anadolu'da kalabilme mücadelesidir.

İkincisi ise 24 Aralık 1914'de I. Dünya Savaşı'na girişimizle birlikte yapılan Sarıkamış harekâtıdır.

Bu harekât esnasında yaşananların tanıkları çok yakın bir zamana kadar aramızdaydılar. Sarıkamış harekâtı zihinlerimizde büyük bir acı olarak yer aldı.

21 Aralık 2013 Cumartesi

Rusya'nın Putin'inden Putin'in Rusyası'na: Soğuk Savaş Sonrası Kimliksel Dönüşümde Yaşanan Sorunlar



Boris Yeltsin’in başkanı olduğu SSCB Rusya Cumhuriyeti 12 Haziran 1990’da bağımsızlığını ilan etti ve Komünist Parti Rusya’da yasaklandı. Durumdan hoşnut olmayan güçler 1991 Ağustos ayında darbe gerçekleştirdi. Ancak Boris Yeltsin darbeyi bastırdı ve Gorbaçov’u iktidardan uzaklaştırdı. Yeltsin ve ekibi bağımsızlık ilan ettiklerinde aslında SSCB’yi başka bir formatta yaşatma düşüncesi taşıyorlardı. Fakat gelişmeler istedikleri gibi gerçekleşmedi. SSCB’ye bağlı Cumhuriyetler birer birer bağımsızlıklarını ilan etmeye başladılar. Böylece SSCB’nin dağılmasından sonra kurulan bağımsız devletlerden bir tanesi de Rusya Federasyonu oldu ve Yeltsin kurulan bu bağımsız devletin ilk başkanıydı.[1]
Rusya Federasyonunun ortaya çıkısı aslında gecikmiş bir dönüşümdü. Çünkü Habsbawm’a göre Sovyetler Birliğinin kurulmasına yol açan Rus devrimi ile birinci Dünya savaşından yenilgiyle çıkmış diğer çok uluslu imparatorluklar olan Habsburg ve Osmanlı imparatorluğundan farklı olarak, Rus imparatorluğu parçalanmaktan kurtulmuştur. Böylece Rusya yıllardır iki kıtada hüküm süren çok uluslu bir devlet olarak kalabilmiştir. Dolayısıyla bu görüşe göre yaşananlar geciktirilmiş “imparatorluk” tasfiyesinden öteye gitmemektedir. [2]

20 Aralık 2013 Cuma

Var Bu İşin İçinde Bir "Edgar Hoover"

Gün geçmiyor ki bir hükümet üyesinin ya da yanlısının bel altı kasedi piyasaya çıktığının iddiası yer almasın, birkaç emniyet müdürü koltuğundan olmasın. Olaylar bir hayli ilginç. Hükümetin bu gibi kaset olaylarına başından beri sessiz ve seyirci kaldığını biliyoruz. Önce CHP lideri Baykal, sonrasında MHP'li 10'dan fazla ismin başına gelen hatta Cübbeli Ahmed Hoca'yı bile bu kervana katan "kaset" skandallarının hiçbir şekilde hükümetçe ardı kovalanmadı, araştırılmadı.

Bir ülke düşünün ki 10'dan fazla milletvekilinin önce evine girilecek, sonra kameraya yerleştirilecek. Hemen ardından en mahrem halleri kaydedilecek ve sonrasında ise internete servis edilecek. Peki, tüm bunlar olurken bu ülkenin "İstihbarat" kurumları ne iş yapıyor diye soran bir kişiye henüz TV ekranlarında tanık olmadım, köşe yazılarında okumadım. Hoş, bazı kasetlerin sahte olduğu aşikar. Fakat ne olursa olsun yankıları ise bir önceki genel seçimlerde hiç de öyle olmadı ve MHP iyimser bir bakışla en az yüzde 3 oy kaybetti. Baykal CHP'nin başkanlığını bıraktı ve yerine Baykal ile karşılaştırıldığında iktidar bakımından çok daha iddiasız, tecrübesiz ve hükümet politikalarının çok çok işine gelecek olan bir isim getirildi. Cübbeli Ahmed Hoca gibi bir isim "kadın pazarlamak" gibi bir itham ile bir seneyi aşkın bir süre boyunca hapis yattı.

Rusya'nın Putin'inden Putin'in Rusyası'na: Dışarıda Kalan Ruslar veya Rus Diasporası


File:Eglise notre dame de l assomption 7.jpg

Yakın Çevre’de yaşayan Rus ve Rusça konuşan azınlık sorunu bağımsızlık sonrası Rus siyasi yaşamının ve ulusal kimliğinin yeniden yapılanmasında rol oynayan faktörlerden birisi olmuştur. Bir başka ifadeyle, Rus Diasporası Rusya’nın ihtiyaç duyduğu ortak bir ”ulusal kimliğin” tesisinde, “Yakın Çevre”ye yönelik politikasında ve Rus nüfuzunun pekişmesinde önemli bir rol oynadı. Diaspora sorunu bir dış politika aracı olarak “iç”i etkileyebilmiş ve dolayısıyla Rusya’da iç ve dış politikanın şekillenmesinde etkili olmuştur.

Rus Diasporası ile Rus dış politikasının evrimi arasında doğrudan paralellikler bulunması tezimin ana argümanı olan kimlik/dış politika geçişkenliğine vurgu yapan önemli bir argümandır. Gerçekten de, Diaspora konusunda Rus siyasi yaşamındaki uzlaşma, Rus dış politikasının Batı’dan Doğu’ya yönelişinde en önemli etmen olmuştur.[1]

19 Aralık 2013 Perşembe

Rusya'nın Putin'inden Putin'in Rusyası'na: Bağımsız Devletler Topluluğu

Yakın çevre politikasının kurumsal hale dönüştürülmüş hali olan BDT bilindiği gibi ilk olarak Slav özlü bir yapı arz etmiştir. Slav milliyetçisi Soljenitsin’in tarafından ilk olarak 1970’li yıllar da “Sovyet liderine mektuplar” adlı kitapta oluşturulan bu düşünce; imparatorluk yükünün ağırlığını vurgulayarak, evrensel ülkülerin (komünizm) Rus insanını ahlaki çöküntüye sürüklediğini söylemiştir. Bu nedenle komünist imparatorluktan vazgeçilmesi gerektiğini ileri sürmüştür.[1]

Aleksandr İsayeviç Soljenitsin

Türk Milliyetçiliğinin Genel Sorunları



Şu an "tek cümle ile" Türk milliyetçiliğinin en büyük sorunu nedir diye sordum. Tek cümle ile cevap vermezseniz kafanıza sıkarım dedim. Bang bang I shot you down dedim yani...

Noktasına virgülüne dokunmadan kronolojik sırayla cevaplar şöyle:

(NOT: Yorum kısmında siz de cevabınızı yazarsanız sizinkini de ekleyebilirim.)

1. Ortak bir doktrin ideoloji ve ülkü olmaması

2. Siyasallaşması.

3. Milliyetçi görünüp milliyetçi olmamaları

18 Aralık 2013 Çarşamba

Rusya'nın Putin'inden Putin'in Rusyası'na: Rus Düşünce Akımları


 

Bölüm 8: Rus Düşünce Akımları

Rusya’da XVIII. ve XIX. Yüzyıllarda aydın çevrelerde yapılan tartışmalarda, iki düşünce akımı ortaya çıktı. Ortaya çıkan bu akımların temsilcileri, Slav milliyetçileri ve Batıcılar olarak nitelendirildiler. Slav milliyetçileri tarihsel gelişimin sonucu olarak Slavlığın bir kültürel birlik oluşturduğunu ve diğer Slav halklarla ilişki kurulmasını vurgularken, Batıcılar Büyük Petro’nun başlattığı Rus imparatorluğunun Avrupa’ya açılmasına bağlandılar.[1] Ancak yinede bu iki düşünce önemli bir noktada birleşiyordu. Batıcı, Slavcı… biri ne kadar ulusunu, vatanını seviyorsa “öteki” de bir o kadar seviyordu aslında “ülkemiz büyük halkımız mutlu olsun” sözleri hepsinin tutkusuydu; içinde bulundurdukları zamanı hepsi sert bir dille yeriyor, yine hepsi parlak bir geleceği müjdeliyordu.

Moskova’nın seçkin eski soylularından zengin ve nüfuzlu aile çocukları olarak bir geleneği sürdüren, köklü bir dini terbiye almış ve Alman romantizminin –tabi ki dini– felsefesiyle yetişmiş olan Slavcılar görkemli geleceğin güvencesini ve özünü parlak geçmişte buldukları için, hepsinin de dileği, umudu, rüyası şuydu. Tutarlı bir tarih anlayışına bağlanmaktı: Ötekiler –yani Batıcılar- ise, toplumun değişik çevrelerinden geliyorlardı. En çok da Fransız siyasi düşünceleriyle ve Hegelci felsefeyle beslenmişlerdi.[2] Bu farklılıklar hangi kıtaya ait olunduğu yönündeki soru ile kızıştı. Çünkü bu soru Rus ulusal kimliğinin Dış politikada nasıl bir yön belirleyeceği ile alakalıydı. Rusya’nın yüzünü nereye çevireceği sorusu salt coğrafyanın böldüğü bir kimlikle açıklanamazdı. Ancak Oswald Spengler’in dediği gibi Rusya, Bizans’tan Tatar egemenliği, oradan Büyük Petro’nun Batıya yönelişi ve Orta Avrupa Marksizm’ini devralışı sonrasında dahi hiçbir zaman kendi öz kültürel kimliğini bulamamıştır.[3]

17 Aralık 2013 Salı

Kavga Etmeyi Özlemediniz Mi?


“Milletlerin kaderi ne, sana söyleyeyim;
Okla, kılıçla yükseklik, udla sazla yok olmaktır.”
Muhammed İkbal

Türk milliyetçiliğinin bugünkü pek iç açıcı olmayan durumunu bence başlık olarak aldığım soru anlatıyor. Tabii ki buradaki kavgadan kasıt fizikî bir kavga değil, fikrî bir kavgadır. Bu soruya ilham olan cümleyi çok değerli hocamız Ümit Özdağ devamlı kullanmaktadır. Şöyle diyor hocamız: “AKP devlet ile kavgalı, CHP millet ile.” Bu cümleyi her duyduğumda beğendiğim ve saygı duyduğum hocama her seferinde ekran veya internet karşısında ister istemez içimden şu soruyu soruyorum: “O zaman biz kiminle kavgalıyız?”

Rusya'nın Putin'inden Putin'in Rusyası'na: Rus Kimliğinin Karakteristik İlkeleri

Bölüm 7: Rus Kimliğinin Karakteristik İlkeleri

Ulusal kimlik ortak dil, kültür, din, coğrafya ve tarih gibi öğelere dayanır ancak bu öğelerin ulus içinde halkı bir arada tutabilmesi ise iyi tanımlanmış bir “öteki” ile mümkündür. Böylece ulus-devlet içinde, toplumu homojenleştiren bu kavram; ulusal davalar, ulusal hedefler ve ulusun bütününe/varlığına yönelik tehditler sunarak halkın öfkesini de kazanır. Bu bağlamda dönüşüm yaşayan toplum aidiyetleri heterojen yapıdan homojen bir yapıya geçer ve böylece üyeleri arasında “birlik ve bütünlük algısı” diye niteleyebileceğimiz bir ortak duyuş genişledikçe “ulusal kimlik ve ulusal aidiyet” düşüncesi de belirginleşir.[1]
Her ülkenin coğrafi konumu, jeopolitik durumu ve tarihi gelişimi o ülkenin kültür yapısını, milli ideallerini ve o ülkenin uluslararası toplumda kendisi için seçtiği misyonları etkiler. Bu bağlamda her ülke için bazı temel öğeler zaman içinde değişmez yönlendirici faktörler halini alır ve o ülkede yaşayan milletin ulaşmak istediği hedefleri düşünce tarzlarını oluşturur. Toplumun tehdit algılamaları da bu temel faktörlerin oluşturduğu algılama süzgecinden geçer. Dolayısıyla karşı tarafı doğru olarak algılayabilmek içinde bu mekanizmayı yapan ve çalıştıran temel olguları bilmek gerekir. Bu açıdan değerlendirdiğinde Rus Dış Politikasını anlayabilmek için Rus dış politikasına mal olmuş bazı prensipleri anlamak gerekmektedir.[2]

16 Aralık 2013 Pazartesi

Rusya'nın Putin'inden Putin'in Rusyası'na: Enerji Güvenliği



Bölüm 6. 2. 4. Enerji Güvenliği

‘Enerji güvenliği’ başlığı altında 19 Ekim 2006 tarihinde düzenlenen panelde Polonya Savunma Bakanı Radoslaw Sikorski, enerji güvenliğinin ülkelerin savunma ve dış politikalarının ayrılmaz bir unsuru haline geldiğini, geçmişte olduğu gibi sadece ekonomi siyasaları içinde değerlendirilemeyeceğini, enerji güvenliği konusunda temel kavramlardan birinin dış politikada olduğu gibi “karşılıklılık” olması gerektiğini, bu konuda AB içinde ortak bir politika belirlenmesi gerektiğini belirtmiştir.[1]

Goldwyn Uluslararası Stratejiler şirketi Başkanı David Goldwyn, dünyanın günümüzde “enerji güvensizliği” içinde olduğunu, bunun sadece fiyat ve arz istikrarındaki gelişmelerden kaynaklanmadığını, enerji güvenliğinin artık ülkelerin ulusal güvenlik ve savunma politikalarının ayrılmaz bir parçası olduğunu, bazı ülkeler için yaşamsal bir konu haline geldiğini, bazıları için ise güç kullanmadan baskı kurmanın etkili bir aracı haline dönüştüğünü, enerji kaynaklarına sahip ya da bağımlı olmanın ülkelerin dış politikalarını doğrudan etkilediğini, örneğin Rusya’nın 2006 kışında Gürcistan’a yönelik uyguladığı gaz kesme olayının bir “saldırı fiili” (act of aggression) olarak yorumlanabileceğini ifade etmiştir.

15 Aralık 2013 Pazar

Rusya'nın Putin'inden Putin'in Rusyasına: Rusya Federasyonu’nun Hazar Politikası

Bölüm 6. 2. 3. Rusya Federasyonu’nun Hazar Politikası
Hazar’ın statüsünün belirlenmesi sürecinde önemli bir role sahip olan Rusya, Hazar Bölgesi’ne oldukça önem vermektedir. Başlangıçta Hazar konusunda Azerbaycan’a baskı yapmak suretiyle bir ivme kazanacağını düşünen Rusya Federasyonu’nun Hazar politikası, Putin’in iktidara gelmesi sonrasında değişikliğe uğramıştır. Rusya’nın dış politikasında özellikle de eski SSCB mekânındaki politikasında enerjinin temel unsur haline geldiği, Putin’in 21 Nisan 2000’deki Rusya Ulusal Güvenlik Konseyi toplantısı sonrasında yaptığı açıklamada ortaya çıkmıştır. Putin, yaptığı açıklamada “partnerlerinin Hazar Bölgesi’nde çok aktif olduklarını ve kendilerinin de benzeri bir aktivite sergileyeceklerini” belirtmiştir.

Bu açıklama sonrasında 1999 yılından itibaren Rusya Federasyonu Enerji Bakanlığı görevini yürüten Viktor Kalyujniy, 31 Mayıs 2000’den itibaren Dışişleri Bakan Yardımcısı ve Devlet Başkanı’nın Hazar Özel Temsilcisi olarak atanmıştır. Bu atama, Putin’in Hazar Bölgesi’ne verdiği önemi göstermektedir. Kalyujniy, bu göreve atanması sonrasında düzenli olarak Bakü’yü ziyaret etmiş ve Hazar sorununu Rusya’nın bakış açısı çerçevesinde çözmeye çalışmıştır. Kalyujniy, sürekli olarak Hazar’da statü sorununun bir an önce çözülmesi ve bu konuda geç kalınmaması gerektiğini ifade etmiştir.[1]

14 Aralık 2013 Cumartesi

Rusya'nın Putin'inden Putin'in Rusyası'na: Rusya Federasyonu’nun Enerji Stratejisi

Bölüm 6. 2. 2. Rusya Federasyonu’nun Enerji Stratejisi

Rusya’nın 2003 yılında son halini alan ”2020’ye Rus Enerji Stratejisi”[1] başlıklı belgesine kadar tutarlı, etkin ve dış politika aracı olarak kullanabilecek bir enerji politikası olduğundan bahsedilemez. İç ve dış siyasal ortamın da bu döneme kadar bu türde bir aracın oluşmasına ve kullanılmasına izin vermediği de söylenebilir. Bu döneme kadar Rusya’da enerji politikası devletin dışında ama aralarında devletin de yer aldığı çeşitli aktörlerce belirlenmiştir. Merkezi bir planlama ve kontrol söz konusu olmamıştır. Bunda Sovyet sonrası dönemin özelleştirme politikaları[2] çerçevesinde petrol endüstrisinin özelleştirilerek çok başlıklı bir yapıya kavuşturulmuş olması etkendir.

Bu bağlamda bölgesel düzeyde belirlenen 11 ayrı şirkete devredilen yapı, merkezi hükümetin kontrolü dışında kalmıştır. Bu dönem enerji şirketlerinin yöneticilerinin, hazineye para aktaran en önemli unsurların yöneticileri olarak hükümet düzeyinde karar alma süreçlerini etkiledikleri hatta belirleyici oldukları bir dönemdir. Rusya içinde yaşanan mücadeleler, merkezi devletin etkinliğini yitirmesi, Yeltsin’in etkinlik sağlayamaması bunun neden/sonuçlarıdır.[3] Yeltsin’in şok tedavi yöntemi (hızlı özelleştirme), yerel yöneticilerin yeni burjuvaziye dönüştüğü, doğal kaynakların yağmalandığı ve milli servetin belirli ellerde yoğunlaştığı, ücretlerin sabit kalıp, fiyatların alabildiğine arttığı ve üretimin adeta durduğu bir ekonomik çöküşü beraberinde getirmiştir. 1998 yılında Rusya’da yaşanan ekonomik kriz ile Rusya’nın borçlarını ödeyemez duruma düşmesi, çöküşün dip noktasını oluşturmuş ve kriz,Yeltsin’in 1999 sonunda istifa etmesine neden olmuştur.[4]

13 Aralık 2013 Cuma

Rusya'nın Putin'inden Putin'in Rusyası'na: Kafkasya’nın Enerji Kaynaklarının Rusya Açısından Önemi ve Rusya’nın İzlediği Politika

Bölüm 6. 2. Kafkasya’nın Enerji Kaynaklarının Rusya Açısından Önemi ve Rusya’nın İzlediği Politika

Bölüm 6. 2. 1. Enerji Kaynakları


Günümüzde dünya devletlerinin üzerinde durduğu en önemli konular arasında “enerji kaynakları” yer almaktadır. Enerji kaynakları içerisinde tüketim açısından en dikkat çekeni ise petrol ve doğal gazdır. Dünyadaki enerji kaynakları içinde en önemli yeri işgal eden petrol, gelişen teknolojinin motor görevini üstlenerek, dünya ekonomisi isleyişinde her gücün sahip olmak istediği bir unsur olmuştur. Petrolü kontrol eden ülkeler ise önemli ve stratejik bir gücü ellerinde bulundurmaya devam etmektedirler. Ayrıca petrolün uluslararası ilişkilerde bir silah olarak kullanımı geçmişte olduğu gibi günümüzde de devam etmektedir.[1]


19. yüzyıldan itibaren petrole sahip olmak, petrol üretimini elde tutmak, petrol tasıma güzergâhları üzerinde denetim kurmak devletlerin temel amaçları arasında olmuştur.[2] Doğal gaz[3] ise elektrik üretiminde ve ısınmada kullanımı iyice yaygınlaşmış, tüketimi de dünya genelinde artmıştır. Son yıllarda doğal gaz, petrol gibi gözde bir enerji kaynağı olarak dünyanın ilgisini çekmeye başlamış ve politik oyunlarda kilit tası konumuna gelmiştir. Bu durum, petrol gibi doğal gaz’a da sahip az gelişmiş ülkeler için hem bir güç sembolü hem de siyasi mücadelenin habercisi olmuştur.[4]

12 Aralık 2013 Perşembe

Ülkücülüğün Unutulan Savaşçı Karakteri



Yapı itibariyle savaşçıyım. Saldırmak içgüdülerimdendir. Düşman olabilmek, düşman olmak ... her zaman güçlülerin harcıdır. Nietzsche[1]

Türkiye’de politikacılar bizzat “politika savaşı” konusunda bilim adamlarından destek almadıkları için, politik savaş arenamız yabancı istihbarat servislerinin staj alanı haline gelmekte, milletimiz psikolojik operasyonlara açık devasa bir laboratuvara dönüşmektedir. Türkiye’de bu konuda ciddi kaynakların bulunmaması, bu konunun yeterince üzerine eğilinmemesi, “politik savaş sanatı” hakkında yazılar yazma gereğini düşündürdü. Bu ve bundan sonraki bir kaç yazıda bu konuyu açmaya çalışacağım.

Rusya'nın Putin'inden Putin'in Rusyası'na: Rus Dış Politikasına Genel Bakış ve Kafkasya



Bölüm 6: Rus Dış Politikasına Genel Bakış

Bölüm 6. 1: Kafkasya Ön izlemesi

Bölüm 6. 1. 1. Kafkasya Coğrafyası


“Kafkas” ve “Kafkasya” adı ilk defa eski Yunan düşünürlerinden Aiskhylos’un M.Ö. 490’da yazdığı, “Zincire Vurulmuş Zevk ve Eğlence” isimli eserinde anılan “Kavkasos Dağı” deyiminde görülmüştür.[1] Karadeniz ile Kuban ırmağı arasında kalan sıradağların batı kesiminin kuzeyindeki yerli ahalinin milli adı olarak “Kafkas” deyimi, eski Yunanca yazılı yerli efsanelerden M.S. 430 yılında Kartel/_ber (Tiflis çevresi) alfabesine çevrilen destanî Kartel/İber (Gürcistan) tarihi Kartlis-Çkhovreba’da geçmekte ve “Lekan” (Dağıstan’daki Lekler ve Lezgiler) kavminin batı komsusu olan halkın ataları bu isimle anılmaktadır.[2]

Bölgeye Kafkasya isminin, Dağıstan yerlileri tarafından M.S. 479’dan itibaren verildiği de bilinmektedir.[3] Eski Arap coğrafyacıları tarafından “Cebelü’l- Elsan/Diller Dagı” olarak da adlandırılmıştır.[4] İran düşüncesine yakın olan ilk Müslüman coğrafyacılar, bölge ile ilgili olarak Babil dönemine kadar gitmişler ve uygar güney ile karanlık kuzey arasındaki ünlü Kaf Dağı’nın bulunduğu bölge olarak tanımlamışlardır. Kafkas kelimesi, (Arapça da al-Kabk, Türkçede Kafkas) Farsça Kâfkah yani Kaf Dağı’ndan türetilmiştir. Firdevsi’nin Şehname’ sinde, Kafkasya, “Kuhe kâf” olarak adlandırılmıştır.[5]

11 Aralık 2013 Çarşamba

General Patton'un Efsanevi ve Savaş / Hayat Üzerine Özdeyişleri


M. A.'nın deyimiyle savaşçı kodlarımızdan uzaklaşmışa benziyoruz. Bu nedenle bir savaş konuşması ile bu gidişata negatif bir etki yaratmakta sanırıım fayda var:

Ara not: Konuşmanın orijial metni yazının sonunda verilmiştir. Aşağıdaki metin filmde yer verilen konuşmanın Türkçe tercümesidir:

Oturun.
Şunu unutmayın ki, hiç kimse ülkesi uğruna ölerek kazanmamıştır. Savaşı ancak başka aptalların ölmesini sağlayarak, kazanabilirsiniz.

Beyler!
Amerika'nın savaşmak istememesi ve savaştan uzak duracağı şeklindeki sözler tamamiyle yalandır. Amerikalılar geleneksel olarak savaşı sever. Bütün gerçek Amerikalılar, çarpışmaya katılmayı sever. Siz çocukken en iyi bilye atıcısını ve en iyi koşanı tutardınız. En iyi top atıcısını, en güçlü boksörü.

Hıristiyan Ülkücülük(!)



Ülkücü ve Türk milliyetçisi denilince akla enerjik, haklı kavgayı ve mücadeleyi seven korkusuz insan gelir. Ben belki uzayda yaşadığım için farklı algılıyor olabilirim ama ailemde ve çevremde gördüğüm ülkücüler de böyleydiler ve böyle düşünürlerdi. Bununla birlikte görünen o dur ki, yıllardır ülkücü harekete hakim olmaya çalışan “Gandist ve Hristiyan” zihniyet zaferini ilan etmiştir. Bundan sonra ülkücü hareket içinde bu pasifist yaklaşımın artık hareketin pasifist ideologlarını, manifestosunu ve eserlerini yaratacağını da göreceğiz.Hareket içindeki eski zihniyeti sürdürmek isteyenler ise tasfiye olacaktır.

Aslında bu yaklaşıma Gandist demek bile yanlış olacaktır çünkü bilindiği üzere Gandi halkını sokaklara döker ve sivil itaatsizliğe teşvik ederdi. Örneğin sokaklarda onbinlerce kişiyi oturturdu ve ne olursa olsun kalkmayacaksınız derdi. Ama sonuçta sokaklardaydılar...Ülkücü hareket bunu bile yapmıyor.

Rusya'nın Putin'inden Putin'inden Rusyası'na: Sovyet Sonrası Dönem

Bölüm 5. 3: Sovyet Sonrası Dönem


10 Aralık 2013 Salı

Rusya'nın Putin'inden Putin'in Rusyası'na: Rus Kimliği

Bölüm 5: Rus Kimliği[1]

Rusların antik dönemi hemen hemen yok sayılabilinecek kadar sığdır. Tarihi ve kültürel antrolopolojiye bakıldığında iki ayrı temel etken gözlenir. Bunlardan birincisi Slav kültürüdür ki Rusya bu kültüre devlet düzeyinde sıkı sıkıya bağladır ve kendini öyle görür. İkincisi ise İskandinav unsurlardır. Lakin bu ikinsin de haricinde spekülasyonlar arasında kaybolup giden bir unsur daha vardır: İskitler… Köktengri inancına mensup olan İskitlerin yaşam tarzı büyük ölçüde Asyatiktir. Kökenleri konusunda bilim adamlarının kasıtlı olduğunu düşündüğüm bir mutakabatsızlıkları vardır. Bu kültür, Rusların antik döneminin tamamını kaplar. Proto Rusların eğitmenleri konumunda olmuşlardır. Özellikle Ukrayna ve Rusya topraklarında bulunan kalıntılar bu eğitmenliğe ciddi manada tanıklık etmektedir.[2]

9 Aralık 2013 Pazartesi

Rusya'nın Putin'inden Putin'in Rusyası'na: Ulusal Güvenlik Kavramı, Ulusal Çıkar ve Ulusal Hedef

Bölüm 3: Ulusal Güvenlik Kavramı 

Ulusal güvenlik ya da ilgili yasadaki karşılığı ile millî güvenlik, “Devletin anayasal düzeninin, millî varlığının ve bütünlüğünün, uluslararası siyasal, sosyal, kültürel ve ekonomik çıkarlarının, ahdî hukukunun her türlü iç ve dış tehdide karşı korunması ve kollanmasıdır”[1] şeklinde tanımlanmaktadır.


Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Savunma Bakanlığının sözlüğüne göre, ulusal güvenlik; ülkenin savunmasını ve dış ilişkilerini içine alan müşterek bir terimdir. Ulusal güvenliği sağlayıcı durumlar özellikle şu şekilde sıralanmaktadır:

8 Aralık 2013 Pazar

Rusya'nın Putin'inden, Putin'in Rusyası'na: Dev Satranç Tahtası, Jeostratejik Üçlü ve Stratejik Rehber

Brzezenski - Dev Satranç Tahtası

Avrasya jeopolitik önemini korumaktadır. Dünyanın ekonomik ve siyasi gücünün kayda değer bölümünü hala elinde tutan batı kanadı yani Avrupa kadar, doğu kanadı yani Asya da ekonomik büyümenin ve siyasi etkinliğin önemli bir merkezi haline gelmiştir. Hitler ve Stalin’in açıkça ifade ettiği gibi; “Avrasya’ya hükmeden, dünyaya hükmeder”. Dolayısıyla Avrasya, üzerinde küresel birincilik mücadelesi oynanan bir satranç tahtasıdır ve bu mücadele jeopolitik çıkarların stratejik yönetimini gerektirir.[1]

Bilindik tabiri ile “Eski Dünya” siyasi etkinliğinde belli rol değişikliklerini dönem dön em yaşasa dahi, ileriki konularda “Ulusal Güç Unsurları” başlığı altında anlatacak olduğumuz unsurlar açısından uluslar aradı konjektürün daimi önemli unsurlarından olacaktır. Dünya Savaşları ile tamamen çehre değiştiren ülkeler coğrafyası doğal sonuç olarak “yeni dengeler” oluşturmuştur. Bunlardan en önemlisi “Birinci Dünya Savaşı” ile beraber Birleşik Devletlerin siyasi sahnede boy göstermesi ve Çarlık Rusya’nın Sovyetler Birliğine dönüşmesidir. İkinci Dünya Savaşı ise bambaşka bir dönem başlatarak “Soğuk Savaş” bir politika sürecini başlatmıştır.

7 Aralık 2013 Cumartesi

Rusya'nın Putin'inden, Putin'in Rusyasına: Rusya Federasyonu’nun Coğrafi, Tarihsel, Siyasal ve Ekonomik Yapısı


1. RUSYA FEDERASYONU

Rusya Federasyonu, yaklaşık ABD yüzölçümünün iki katı kadardır[1] ve batıda Urallar üzerinden Moskova'ya ve engin Sibirya ovalarına, doğuda ise Okhotsk Denizi'ne kadar uzanmaktadır[2]. Avrupa Rusya’sı ve Sibirya (Asya) arasındaki sınır Ural Dağları ve Manych çukurluğu ile çizilmektedir[3]. Avrupa Rusya’sı, Kuzey Kutup Denizi'nden başlayıp orta Rusya yükseltileri üzerinden Karadeniz, Kuzey Kafkasya ve Hazar Denizi'ne kadar uzanan bir bölgeye yayılmaktadır.

Rusya Federasyonu Anayasaya göre, eşit haklara sahip olan 21 cumhuriyet, 6 mega bölge, 49 vilayet, 2 federal kent, 1 özerk bölge, 10 özerk yöreden oluşmaktadır. Ülkede görev ve yetkileri itibarıyla Fransa'dan çok ABD'dekine benzeyen ve fiilen hem Yasamanın hem Yürütmenin üstünde yer alan bir Başkanlık sistemi bulunmaktadır.

6 Aralık 2013 Cuma

Olmaz mı? Olur ya….

Bir ilkokulun herhangi bir sınıfı…

Milenyuma ramak kala… 90’ların sonu…

Sınıfa bir müfettiş girer. Mutat olduğu üzre, hayat bilgisi, Türkçe, Matematik derslerinden sorulan birkaç sualden sonra bir soru daha yöneltir sınıfa: “Sınıf başkanınızı nasıl belirlediniz çocuklar?”

Maksat ders kontrolünden sonra Milli Eğitim Bakanlığı’nın misyonu addediği “demokrasi bilinci”nin verilip verilmediğini kontrol etmektir.

Henüz formel eğitim tornasına girmek üzere olan çocuklar bu soruya cevap verecek cesareti kendilerinde ararken, idare edenler ve idare edilenler münasebetinin devlet teorileri açısından aslında ne kadar çetin bir sual olduğundan habersizlerdir. Sualin soruluş amacı da; öğretmenin bakanlığın misyonuna ne kadar uygun hareket ettiğini denetlemek; saniyen talebelerin ahval ve şeraitini gözlemlemektir.

5 Aralık 2013 Perşembe

Selanik Nerede?


“Bundan tam yüz yıl önce Osmanlı şehriydi Selanik. Bu gün sokakta sorsak “Selanik nerede?” diye kaç kişi haritada Selanik’in yerini gösterebilir?”

Balkan Harpleri’nin tarihinden bahsetmeyeceğim. Hani şu “orduya siyaset karıştığı için” kaybettiğimiz savaşlardan. Böyle bir hadsizliğe düşmeyeceğim. Lâkin yüz yıl sonra Balkan Harpleri’nden etkilenen birisi olarak, Balkan Harpleri’nin yüz yıl sonraya etkileri üzerine düşünmeye çalışacağım.

Biz aslında neler kaybettik 20. Asrın başlarında? Galiba Cemil Meriç haklı: “Kaybettiklerimizin belki en değersiziydi toprak.”

Mesela Misak-ı Millî’mizi kaybettik ya da Nizam-ı Âlem idealimizi. Hani önceleri yeryüzünü vatan, gökyüzünü çadır ve güneşi tuğ bilirdik. Doğu Türk’üydük o zamanlar, daha “Batılı” olmamıştık. Sonra Alparslan döneminde başlayan Anadolu serüvenimiz vardı. Tarihin tozlu sayfaları arasında kalan bir Selçuklu dönemi ve ardından Osmanlı…

4 Aralık 2013 Çarşamba

Oğuz Yücel - Tarihin Unuttuğu Kahraman: Nuri Paşa


Çi-çi - Ho-han Yeh sürtüşmesiyle somutlaşan, tarihi süreç içerisinde devamlılık gösteren şeref ile şerefsizliğin mücadelesinde Çi-çi Yabgu’nun safında karşımıza çıkan, Bakü’yü fethederek gönüllerde taht kuran Nuri Paşa’nın, 93 Harbi’nin acı hatıralarını hâlâ silememiş olan Osmanlı Devleti’nin son dönemini oluşturan hayatı, meşrutiyet öncesi ve sonrasını, Trablusgarp Savaşıyla başlayan yakın dönemin bütün savaşlarını, Cumhuriyetin ilk yıllarını, II.Dünya savaşı ve sonrasını kapsar. Bir insan ömrünü dolu dolu yaşayan Nuri Paşa’nın hayatı incelendiğinde karşımıza çıkan askeri, siyasi ve silah sanayici özellikler,i ayırt edici olarak karşımıza çıkmaktadır.

1909 yılında başladığı askerlik hayatı boyunca İtalyanlara, Balkan Devletlerine, İngilizlere, Ruslara ve Ermenilere karşı giriştiği savaşlarda başarılar almış ve rütbesi yüksek olmamasına rağmen Fahri Ferik unvanıyla kendisine verilen görevleri üstün başarıyla yerine getirmiştir. Böylece Nuri Paşa, o dönem neslinin az veya çok tesirinde kaldığı çöküşün, bütün acı ve sıkıntılarını olayların içinde bulunarak bizzat görmüş, yaşamış ve hissetmiştir. O buhranlı dönemin, genç yaşına rağmen kendisine verilen görev ve sorumlulukların ağır yükünün şüphesiz Nuri Paşa’nın karakterine ve ruh dünyasına yansıması, kalıcı tesirleri olacaktır ve bu kaçınılmazdır.Genç yaşına rağmen Trablusgarp’ta Afrika Grupları Komutanlığı[1], Kafkas İslam Ordusu komutanlığı[2] yapmasının ve neredeyse devlet ve milletin geleceğinde kilit rollerden birini oynamasının dayanılmaz ağırlığının verdiği sorumluluk; Paşa’nın 59 yıllık (1890-1949) hayatı incelendiğinde cesur, atılgan, teşkilatçı, sorumluluk sahibi, kafasına koyduğunu yapan- uğraşan, araştırıcı[3], girişimci, çalışkan, mücadeleci, plan üreten, fikir üreten bir karaktere sahip olmasına vesile olmuştur.

3 Aralık 2013 Salı

“Bir” ile “Birlik” Arasında

İnsan dünyada var olduğu günden beri "bir"liğe özlem duydu.
 
Bazen "bir" oldu, bazen "birlik" oldu.

"Bir" olduğunda "bir"liğin verdiği nizam ile nizama girdi. Çünkü "bir"de sen ben yoktu, "o" vardı.

Birlik olunca kendi nizamını inşaa etmeye çalıştı. Çünkü birlik dağılma temayülünde idi. “Bir”in öyle bir problemi yoktu.

İnsanlar bazen birliğin tarihinden hareketle nizam kurdu, bazen birlikte yaşama kendinden kurallar meydana getirdi.

Sonra insan birlikte yaşamayı sistematize edince, birliğin nizamını da sistematize edilebileceğini düşündü.

1 Aralık 2013 Pazar

Alle Menschen Werden Brüder*


Orta Çağ’da Batı, kiliseye karşı reform yaptı.

Tanrı adına orantısız güç kullanan papazları etkisiz bırakmak amaçlanmıştı.

Reform ihalesini Martin Luther almıştı. Yüklenici firma ihale yükümlülüklerini layık-ı veçhi ile yerine getirdi. O ihalede I. Süleyman’ın taşeron firma ile ihaleyi aldığı da iddialar arasında idi. İddialar ispat olunamadı.

Neyse… Maksat hâsıl oldu. Papazların ve kilisenin eski gücü kırılmıştı. Daha sonra ispatı ve tenkiti mümkün olan bir put yontulmaya başlandı. Yeni din: bilimdi.