6 Aralık 2013 Cuma

Olmaz mı? Olur ya….

Bir ilkokulun herhangi bir sınıfı…

Milenyuma ramak kala… 90’ların sonu…

Sınıfa bir müfettiş girer. Mutat olduğu üzre, hayat bilgisi, Türkçe, Matematik derslerinden sorulan birkaç sualden sonra bir soru daha yöneltir sınıfa: “Sınıf başkanınızı nasıl belirlediniz çocuklar?”

Maksat ders kontrolünden sonra Milli Eğitim Bakanlığı’nın misyonu addediği “demokrasi bilinci”nin verilip verilmediğini kontrol etmektir.

Henüz formel eğitim tornasına girmek üzere olan çocuklar bu soruya cevap verecek cesareti kendilerinde ararken, idare edenler ve idare edilenler münasebetinin devlet teorileri açısından aslında ne kadar çetin bir sual olduğundan habersizlerdir. Sualin soruluş amacı da; öğretmenin bakanlığın misyonuna ne kadar uygun hareket ettiğini denetlemek; saniyen talebelerin ahval ve şeraitini gözlemlemektir.
Eğitim-öğretiminin ilerleyen yıllarında zaruri olarak zaten tehcir edileceği arka sıralara; daha o yıllardan rezervasyonunu yaptıran öğrencilerden bir tanesi söz ister. Sınıf bu hareket karşında çaresiz bir hayranlık içindedir.

Sınıfın ömrü boyunca gördüğü en karizmatik lider –hatta pek çoğu belki için tek– sınıf öğretmenleridir ve sınıf öğretmenleri o an müfettişin teftişinden tedirgindir. İşte o arka sıradan kalkan parmak müfettişin, tedirgin edemediği kişi olarak bir hayranlık uyandırmıştır.

Arka sıradaki çocuğun yarattığı nominal karizma öyle bir raddededir ki; kendi bile gaza gelmiştir. Belki biraz da o gazın tesiri ile acele ve hakikate mugayir bir cevap verir: “Sınıf başkanımızı öğretmenimiz seçti.” Der.

Bir sessizlik olur… Sonra müfettişin kaşları çatılır; eş zamanlı olarak öğretmen kıpkırmızı olur; ve arka sıradaki kerata kendi idrakince hocasını en üst mertebeye oturtmuş olmanın verdiği rahatlıkla da karışık karizmasını taçlandıracak bir biçimde hafifçe yan bir biçimde sırasına oturur.

(Hikâyenin bu şekilde bitmesi halinde; hem yazı değeri olmayacaktır; hem de pek güzel bir son olmayacaktır.)

Ancak sınıfın cevval(!) öğrencilerinden biri –haksızlığı gidermek için mi; yoksa demokrasiye olan muhabbetinden midir bilinmez ama– her ne sebeple hareket ediyorsa; o sebebin ehemmiyetinden söz istemeye bile ihtiyaç duymaksızın, ayağa kalkıp arka sıradaki çocuğu hedef alarak: “Olur mu? Seçimde dört arkadaşımız aday olmadı mı? Onlardan da birinci şu kadar, ikinci bu kadar oy almadı mı?” der.

Senaryo allak bullak olmuştur. O ana kadar karizmatik çocuğun karizmasını kutsamaktan başka bir misyonu olmayan cevval(!) kerata bir anda başrolü kapmıştır. Ve bunu demokrasiye borçludur. Demokrasi ile başrollerin beş dakikada nasıl değişebileceğini çok net bir biçimde görmüştür.

Öğrenciler arasında bakışlar vasıtası ile bir diyalog devam ederken; müfettiş de bu sayısal doneli ve ikna kabiliyeti yüksek cevaptan hoşnut olmuştur. Nihayetinde müfettiş sınıftan ayrılır. Öğretmen arka sıradaki eski kahramana “bilahare görüşeceğiz” manasında parmak sallayarak müfettiş beye sınıftan çıkarken refakat eder. Öğrenciler ise ilk defa tabi bir seleksiyona maruz kalmanın tesiri altında demin saygı duydukları kahramana “kötü çocuk” gözü ile bakarlar.

Sınıf başkanının ne iş yaptığını, neden ve neye göre seçileceğini bilmeyen çocuklar; seçimin nasıl yapılacağını da öğretmenlerinden öğrenerek bir sınıf başkanı seçmişlerdir. Ancak müfettiş bey böyle bir soru sormasa muhtemelen akıllarına bile gelmeyecek bir enstantanedir seçim.

Bu seçimin şöyle de bir güzelliği vardır: teorik olarak herkesin başkan seçilme ihtimali vardır. Bu umudun yanında bir güzellik daha vermektedir bu seçimler: sınıf başkanını bütün sınıf beraber seçecektir.

Ancak burada öğrencilerin –çocukluktan olsa gerek– gözden kaçırdıkları bir husus vardır. İlkokul 5 yıl sürmektedir ve ilkokul boyunca normal şartlar altında 5, pek ekstrem bir halin varlığında on sınıf başkanı seçilebilecektir. Sınıfın mevcudu ise 40’tır. Bu durumda sınıf başkanlığı nimetini/külfetini 5 ila 10 kişi yüklenecektir.

Ve her ne kadar sınıf başkanını kendileri arasından öğrenciler seçse de, sınıf başkanı sadece öğretmene karşı sorumlu olacaktır.

Ama dedik ya bu ihmal muhtemelen çocukluktan kaynaklanan bir ihmaldir. Yaptıkları işin mahiyeti hakkında fikir sahibi dahi olmadıkları yani farik ve mümeyyiz olmadıkları için şer-i şerife ve kanun-u münife göre fiillerinden mesul olmamışlardır.

Ancak bu fiillerin failleri farik ve mümeyyiz olursa yani hak ve fiil ehliyetine sahip olursa nasıl bir mesuliyet doğar? Hadi diyelim ki her öğrenci kendi hakkından vazgeçti, peki verdiği oyun diğer öğrencilere edeceği tesirin sorumluluğu ne olacaktır?

Olayın daha net anlaşılması için soruyu şu şekilde sormak lazım; bu vazifeye en layık olmayan kişi ehliyet sahibi birinin verdiği veya vermediği bir oy yüzünden seçilirse, mesuliyet hangi boyutta olacaktır? Mesuller bunun bedelini kime karşı ve nasıl ödeyecektir?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder