20 Aralık 2013 Cuma

Var Bu İşin İçinde Bir "Edgar Hoover"

Gün geçmiyor ki bir hükümet üyesinin ya da yanlısının bel altı kasedi piyasaya çıktığının iddiası yer almasın, birkaç emniyet müdürü koltuğundan olmasın. Olaylar bir hayli ilginç. Hükümetin bu gibi kaset olaylarına başından beri sessiz ve seyirci kaldığını biliyoruz. Önce CHP lideri Baykal, sonrasında MHP'li 10'dan fazla ismin başına gelen hatta Cübbeli Ahmed Hoca'yı bile bu kervana katan "kaset" skandallarının hiçbir şekilde hükümetçe ardı kovalanmadı, araştırılmadı.

Bir ülke düşünün ki 10'dan fazla milletvekilinin önce evine girilecek, sonra kameraya yerleştirilecek. Hemen ardından en mahrem halleri kaydedilecek ve sonrasında ise internete servis edilecek. Peki, tüm bunlar olurken bu ülkenin "İstihbarat" kurumları ne iş yapıyor diye soran bir kişiye henüz TV ekranlarında tanık olmadım, köşe yazılarında okumadım. Hoş, bazı kasetlerin sahte olduğu aşikar. Fakat ne olursa olsun yankıları ise bir önceki genel seçimlerde hiç de öyle olmadı ve MHP iyimser bir bakışla en az yüzde 3 oy kaybetti. Baykal CHP'nin başkanlığını bıraktı ve yerine Baykal ile karşılaştırıldığında iktidar bakımından çok daha iddiasız, tecrübesiz ve hükümet politikalarının çok çok işine gelecek olan bir isim getirildi. Cübbeli Ahmed Hoca gibi bir isim "kadın pazarlamak" gibi bir itham ile bir seneyi aşkın bir süre boyunca hapis yattı.

İki ihtimal kuvvetle muhtemel önümüzde duruyor:

1- Çok yoğun olarak herkesin ortak algısı durumunda olan "bu olayın ardında Fethullah Gülen var".
2- Bu olayları organize eden kimse bu olayı çok usta bir şekilde "Fethullah Gülen" ekibine mâl ediyor.

Yukarıda saymış olduğum ihtimallerin ayrı ayrı analizini yapmadan önce olayların John Edgar Hoover'ın biyografisi ile benzerliği beni konuya ilişkin bir yazı yazmaya itti.

John Edgar Hoover, FBI'ın kuruluşundan ölümüne kadar FBI başkanlığını aralıksız olarak yürüten kişinin adı. Hemen hemen her biyografi çalışmasında şöyle bir ifadeye rastlamak mümkün. "O'nu hiçbir Amerikan Başkanı görevinden almaya cesaret edemedi." Kennedy, Malcom X ve Martin Luther King gibi birçok önemli Birleşik Devletler suikastının sorumlusu olduğu ve eşcinsel olduğu hakkında yapılan spekülasyonlar arasında. Hayatı Public Enemies ve Edgar gibi yüksek bütçeli filmlere konu oldu. "Rock" filminde ise senaryo gereği Hoover'ın kayıtlarına erişen bir İngiliz SAS komandosu ana karakterlerden biridir.

Hoover'ın çalışma metodu ise oldukça etkili. Devlet kademelerinde yahut politikada yükselme eğilimi gösteren herkes hakkında sıkı istihbarat çalışmaları yaparak onlar üzerinde "gerektiğinde kullanılmak" üzere tehdit unsuru veriler toparlamak. Bazı Hoover araştırmacıları bu nedenle Hoover'ın kriminolojiye ilgil gösterdiğini ve ilk uygulayıcılarından olduğunu söylüyor. Hoover aynı zamanda masondur ve birçok mason nişanına layık görülmüştür. Diğer yandan çalışma metodu olarak genelde kendisine bir hedef seçer ve hedefini yok etmek için hedefinin düşmanlarından da faydalanır. Görev tamamlanır tamamlanmaz kendine yeni bir hedef seçer ve aynı metodu uygular.

Peki, neden Edgar Hoover? Nedeni oldukça basit. Birileri bugünkü siyasi pozisyonları öngörerek olmasa bile "gerektiğinde kullanılmak" üzere malumat toplamış, çalışmış, çabalamış. Bulamadıkları için ise hedef edindikleri kimselere benzetmek için benzer dublörler kullanmış... Hiç olmadı, "çamur at izi kalsın" misali ortaya iddialar atarak "yapmasa da yaptı derler" dedirtecek kadar olayı gündeme taşımayı başaracak bir organizasyona girişmişler.

Ne diyelim. Organizasyon iyi işliyora benziyor, şu ana kadar bir açık vermediler. Kimse doğrudan doğruya bu tezgahın hazırlayıcısı, finansörü yahut yardım ve yatakçısı sıfatı ile tutuklanmadı, mahkemeye verilmedi ya da göz altına alınmadı. Adına kalemşörlerin "Ergenekon Terör Örgütü" (!) dedikleri yapı bu kadar başarılı ve etkili bir organizasyona imza attıklarını kalemşörlerin faraziyelerinden de olsa şahit olmadım.

Olay bugüne kadar hükümet çıkarları ile örtüştüğü için kimse ardını kovalamadı, gündeme taşımadı. Maalesef ne CHP ne de MHP de bu işin maalesef görünen kadarıyla takipçisi olmadı. Ama gün geldi. Şartlar değişti ve bugün hedef hükümet haline geldi.

1 numaralı analizin haklılık payının hiç de az olmadığı bir gerçek. Emniyet mensuplarının yıllarca Fethullah Gülen ekibine gizli ya da açıktan kadrolarda yoğun olarak yer aldıkları bilinen bir gerçek. Soruların malum cemaat mensuplarına dağıtıldığı hemen hemen herkes tarafından bilinen bir konu. Özellikle de Fethullah Gülen'in son zamanlarda "Hükümet kanadından önemli bir ismi bir kadın ile münasebet kurmak üzere iken aradım, uyardım. Günaha girme dedim."

Şimdi burada durarak ihtimalleri ardı ardına sıralayalım. Bu isim Amerika'da yaşıyor. Ülkenizden bir önemli ismin telefonu onda var. Bu isim "günaha" girecek. Bir muhtemel kamera durumu var. Amerika'dan Gülen bunu haber alıyor. O ismi arıyor. Aradan bir ay gibi bir süre geçmeden hükümete yakın kişilere operasyon başlıyor. Zaman Gazetesi yazarlarının kaleme aldığı yazılar da tehditkar nitelikte.  Bu konuda kaleme alınmış bir İhsan Dağı makalesi ve Hüseyin Gülerce'nin Hakan Şükür istifası üzerine "bu hükümete son uyarı" şeklindeki uyarıları, malum cemaat ve hükümet arasının çok sıcak olmadığını gösteriyor. Ve daha önce benim de üzerine bir yazı kaleme aldığım şekli ile dersane meselesi.

Hırsızın hiç mi suçu yok diyeceksiniz? Elbette ki var. Dilerim özellikle yolsuzluk soruşturmaları sonuna kadar takip edilir ve suçlu bulunan kimselerin; yani haramzadelerin burnundan yedikleri her yetim lokması fitil fitil getirilir. Ancak bir şüphe düştü ki içime, bu beni bir Türk milliyetçisi olarak çok gocundurdu. Türk Polisi takibat yapmış ve bazı kanunsuzluklar tespit etmiş. Lakin operasyonları başlatarak gereğini yapmak için acaba "düğmeye basılmasını" mı bekledi? Durum böyle ise çok yazık ve emniyet mensupları hakkında yapılan birçok çirkin ithamı çıkarır. Böyle bir ihtimal doğru ise emniyet teşkılatımız bir "Türk milletine ait" kurum olmaktan çıkmıştır. Amirlerin hiçe sayılarak bir cemaat önderinin talimatlarının uygulandığını düşünmek benim tüylerimi ürpertiyor. Görevden alınan emniyet müdürlerinin hangi gerekçe ile alındığı ise birer muamma, en azından resmiyette. Lakin görünen o ki malum cemaate yakın isimler stratejik konumlardan birer birer alınıyor.

Ancak işler  bununla durulacak gibi de durulmuyor. Recep Tayyip Erdoğan'ı uzaktan izleyen herkes bilir ki "kindar" bir karakteri vardır ve kendine yapılanı asla unutmuyor, ne iyilik ne de kötülük. Durum bu iken durumu tekrar irdelediğimizde ilgili bakanların ve isimlerin doğrudan doğruya bir oy kaybı yaşatması mümkün görünmüyor. İsimleri AKP'ye senelerdir oy veren kimselerin bile çok umursamadığı belli. Bu durumda akla gelen acaba Başbakan'ı doğrudan doğruya gözden çıkaramayacağı bir kimse ya da kendisi ile alakalı bir tehdit söz konusu mu? Aksi durumda evet, hükümet yara alacak, sarsılacak ama hiçbir şekilde bu onu iktidardan indirecek kadar güçlü bir sarsılma olmayacaktır. Kapalı kapılar ardında ise sadece dersane meselesini aşan bir konu olduğu kesin...

Belki dikkat edildi, belki de edilmedi bilinmez ama Halkbank meselesi bu işin arkasındaki püf noktası olduğunu düşünüyorum. İran'ın uluslararası ticaretinden doğan para transferlerinin Halkbank üzerinden gerçekleştiği kamu oyu tarafından bilinmeyen bir bilgi. İran kendisine uygulanan tüm ambargoları Halkbank sayesinde aşıyordu ki ta düne kadar... Bu hususu kenara not alalım.

Bakan çocukları ve Halkbank müdürünün evinden çıkan paralar ise sorgulanmaya muhtaç. Sebebi ise bu paraların yolsuzluk parası olamayacağı konusu. Yolsuzluk paraları off-shore hesaplarda, İsviçre bankalarında ve kara paraya kapılarını ardına kadar açan Güney Kıbrıs ve Yunanistan bankalarında saklanır. Hiç olmadı bavullarla taşınır ve yurt dışına kaçırılır. 4,5 milyon doların bir evden çıktığını biliyoruz. Bu paraların ne maksatlı evlerde tutulduğu ciddi bir soru, ciddi bir mesele.

İran'ın ticari ambargosu illa ki İran'ın şu sıralar çok da iyi olmayan ekonomi durumunu daha da sarsacaktır. Bu ise İran'ı kendine bir numaralı tehdit olarak algılayan İsrail'in işine yarayacaktır.

Bu durumda ortaya çok garip bir şema çıkıyor:

Fethullah Gülen hukuk ve emniyet birimleri aracılığıyla hükümeti İran konusunda İsrail adına tehdit ediyor gibi manzara çıkıyor ki galiba bunu hiçbir malum cemaat üyesi sindiremez. Fakat kendilerine Halkbank konusu iyi incelemelerini tavsiye ederim.

2. ihtimal olarak belirtmiş olduğumuz "birileri bu operasyonu Fethullah Gülen'e mâl ediyor" idi. Bu gerçek olmuş olsa bile bir  "J. Edgar Hoover" var ve malum cemaat O'nu sahipleniyor ve arka çıkıyor...

Fethullah Gülen istediği kadar bu bir iftira dese bile ne O'na yakın gazeteden çıkan haberler ne de kendisinin daha önce yapmış olduğu açıklamalar, şimdi almaya çalıştığı pozisyondan çok farklı bir yere kendisini ve O'nu takip edenleri konumlandırıyor.

Yüce Allah güzel vatanımıza ve şerefli milletimize "J. Edgar Hoover"ları dâhi dize getirerecek "milli" siyasetçiler nasip etsin.

Not: Tüm bu olaylar dönerken gözüme ilginç bir nokta ilişti. Hayreddin Karaman Muhsin Yazıcıoğlu hakkında şu sözleri makalesinde kaleme almış:
Kamuya (ve bu arada ümmete) ait zararı önlemek için bir şahıs, bölge veya gruba ait zarar göze alınır, sineye çekilir.
Siyasette olan selim akıl ve kalb sahiplerine de bu kuralı hatırlatıyor ve örnek olarak merhum şehid Muhsin Yazıcıoğlu'nu dua ile anıyorum.
Yorumlamayı size bırakıyorum...

Allahû Âlem (En doğrusunu Allah bilir.)

www.uskudarcevresi.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder