5 Eylül 2012 Çarşamba

Harf Inkılabına ve Eğitime Dair -I-

Not: Metin Münir'e ait linkteki yazıya dair bir eleştiridir. Yazı bir e-posta olarak kaleme alındığından uslubu makale uslubunda değildir; affınıza sığınarak yayınlıyorum.

Link: http://ekonomi.milliyet.com.tr/bana-kotu-egitim-sistemi-goster-sana-musluman-ulke-gostereyim/ekonomi/ekonomiyazardetay/17.05.2012/1541415/default.htm

Öncelikle bir konuya açıklık getirmek gerekir; birbirinin yerine eş anlamlı gibi kullanılan üç kelime birbirinin aynı değildir.
Devrim; halk kitleleri tarafından gerçekleştirilir. Örnek; Sovyet Devrimi...

İhtilal; içerisinde mutlaka bir çatışma hatta anarşi ya da askeri olay içerir. Örnek; Kürşad İhtilali ve Fransız İhtilali

İnkılap; genelde bir sınıf ya da elit kesim tarafından halka dayatılır ya da uygulanır. Örnek; II Mahmut inkilapları

Yazıda art niyet olduğu kesin... Fakat göremediğimiz ya da hata ettiğimiz bazı hususlar var.

Osmanlı'dan cehalet miras almadık ama Osmanlı'nın da eğitim konusunda çift başlı olduğunu biliyoruz. Medrese eğitiminin hali içler acısı. Batı tarzı eğitim ise farklı bir insan yapısı doğurmuştur.

Atatürk İlke ve İnkılaplarına "kurban" edilen herhangi bir şey olduğunu düşünmüyorum. Hele ki harf inkılabı ile "Alim yatan cahil doğdu" safsatalarına hiç mi hiç inanmıyorum. Cumhuriyet "inkılap"ları ile kapatılan tekke ve zaviyeler hatta medreselerin bir çoğu şu an gayri resmi statüde de olsa açık. Ancak medreseler okuduğum kadarıyla Osmanlı'da ve gördüğüm kadarıyla şu anda dini ilimler harici kendine bir uğraş alanı edinmiyor ve fenni ilimlerden de uzak duruyor. Osmanlı'da da eğitim alanında yenilikler için birçok çaba harcanıldığını biliyoruz. Hatta Peyami Safa'nın Türk Inkılabına Bakışlar kitabında net bir şekilde görüleceği üzere "Cumhuriyet Inkılapları"nın tamamı Osmanlı'da tartışılan konulardır. Pat diye ortaya çıkan tepeden inme nevzuhur bir inkılap diye bir şey yoktur.

Cumhuriyeti kuran ekip her ne kadar dönem şartları içerisinde ve doğal olarak inkar etse de bugün rahatlıkla dile getirilebileceği üzere Türkiye Cumhuriyet'i Osmanlı Devleti'nin devamıdır. Aynı şekilde yapılan tüm inkilaplar da Osmanlı'nın kendi bünyesindeki aydın çevresince tartışılmış ve tartışılan konular üzerine yapılmıştır. Osmanlı'nın başlattığı yenileşme yahut amiyane tabirle "memleket nasıl kurtulur" sorusuna yanıtvari hareketlerin kesintisiz bir devamıdır.

Tevhidi Tedrisat bu ülkeye büyük bir iyiliktir. Vatandaş olabilmek adına ta ki politize edilene kadar olumlu bir harekettir. Ahmed Bican Ercilasun hocanın, Oktay Sinanoğlu'nun ilk dönem cumhuriyet eğitimi hakkındaki övgü dolu yazılarını bulmak kolay ve mümkün. Ahmed Hoca'nın bir yazısına ait link aşağıdadır:

http://haberakademi.net/2012/makaleoku.aspx?mkl=15642&yzr=738

Tarihte kalmış bize yanıt veremeyecek şahsiyetlerin ürettiği fikirler ve o kişilerin fiiliyatları üzerine yargılarda bulunmanın faydasız bir eylem olduğu kanaatindeyim. Varsa ortada bir hata onun ortaya konulup, zararın neresinden dönüleceği üzere "mühendislik" hesaplamaları yapılmalı. Bu tarz tarih yargılamaları kesinlikle Marks'ın "Din afyondur" dediği üzere; Türk ve İslam toplumları için daha doğru ve yerinde tabiri hatta bize yutturulduğu gibi "Tarihte yaşamak afyondur." Maslow'un ihtiyaçlar hiyerarşisinde en tepeye koyarak idealize ettiği insan tipi tanımlamasında ilk madde "Gününü en iyi yaşarak geleceğini yönlendirmeye yöneliktir" şeklindedir.

Eğitimin Türkiye'de bir "orta direk" yaratmakta zorlandığı kesin. Nepotizm yani "adam kayırmacılık" hat safhada. Muzaffer Şerif gibi bir bilim adamının komunist suçlaması yapılarak ülkeden gittiğini ve o komunist bilim adamını da nedense Amerika'nın sahiplendiğini görmezden gelmek olmaz. Bu ve bunun gibi politik ve kişisel nedenlerle kaç bilim adamının kaçırıldığını bir hayli rastlanır bir durum olduğunu tahmin etmek güç değil. Gönül Tekin hocanın da benzer şekilde İstanbul Üniversitesi'nden kovulduğunu ama hocanın Oxford tarafından karşılanması gibi hususlar bizi "şaşırtmayan" ve "rastlanılası" durumlar.Yeni eğitim sistemini de eleştirirken benim farklı ortamlarda şiddetle dile getirdiğim üzere; ikinci dörtlük kısımda mesleki eğitime imkan tanıyoruz derken sadece imam hatip eğitimine müsaade verilip "gerçek manadaki mesleki ve teknik eğitime müsaade etmemeleri konusu ciddi bir sorundur. Bu yalnız hükümetle alakalı değil Türkiye'nin hatta Osmanlı'yı da içine alarak ciddi bir "uzmanlaşma" sorunu olduğudur. Özellikle politik hareket eden üniversitelerimizin bu uzmanlaşma sorunundaki payesi ise herkesten büyüktür. Türkiye'de ve İslam Dünyası'nda üniversite kavramı oturmuş değildir. Buna yönelik herhangi bir çalışma ve alternatif oluşturma çabası da yoktur. Nasıl olsa Batılılar bir kurum oluşturur ve biz de onu taklit ederiz ve bunu yaparken de sadece ve sadece "aslını" yüceltiriz, onları "tâzim ve takdis" ederiz.
Toplumumuzda da "yaşam boyu eğitim" denilen olgu yok denecek düzeydedir. Beğenmediğimiz Batılılar üniversite öğrencilerinin çalışması için özel teşvikler ve hatta özel eğitim programları oluştururken, bizim üniversiteli öğrencilerimiz hem iş bulmakta zorlanır, bulduğunda ise ciddi zorluklara muhatap olur. Çünkü bazı hocaları "Asli işin senin okumak; ne işi?"gibi akademik kimliklerinden beklenen zeka düzeylerinin çok çok altında cümleler kurar. Bu şekilde ekonomik olarak özgür olmayan, henüz kendini tanımayan ve ailesinin etkisi haricinde karar verme yetisine sahip olmayan 17-18 yaşındaki gençlerin üniversite eğitimi için şartlanılması veya şartlandırılması da ayrıca bir kusurumuzdur.

Diğer yandan ilk öğretim kurumlarında rehberlik hizmetlerimiz yoktur ve orta eğitimlerde ise eğitim iki zeka türüne yönelik durumdadır. Halbuki bugün eğitim fakültelerinde anlatıldığı üzere bilimsel çevrelerce kabul görmüş farklı zeka türü sayısı en az 8'dir. Konu hakkında daha fazla malumat edinmek isteyenler Gardner'ın "çoklu zeka kuramı"na bir göz atabilir.Farklı zeka türlerinin belirlenmesi ve belirlenmiş zeka türlerine göre tasarlanmış bir eğitim modelin oluşturması düşüncesine de 50 yıl içerisinde varabiliriz diye umuyorum. Profesyonel manadaki yapılan tüm zeka testleri bu bahsetmiş olduğum üzere 8 farklı kategoride yapılır ve hepsinden alacağız farklı puanlamalar üzerine değerlendirmelerde bulunulur.
Yazarın olayı demokratikleşmeye bağlaması da ayrı bir garabet. Her eksikliğimizin döndürülüp dolaştırılıp demokrasi eksikliğine bağlanılmasını anlamakta güçlük çekiyorum. Greko Romen kültüründen ortaya çıkan demokrasinin herhangi bir kriz durumunda hemen demokrasiden vazgeçip kendilerine bir diktatör seçtiklerini de göremeyen "obsesifleşmiş" demokrasi sevicilerden artık gına geldi. Demokrasiyi bu kadar aşık olanlara tavsiyem becerebiliyorlarsa yüzyıllar önce Platon'un Devlet adlı eserindeki demokrasi eleştirilerine ve Jared Diamond'un Tüfek Mikrop ve Çelik eserinde demokrasi için Hırsızkrasi "Hırsızlar Rejimi" eleştirilerine bir cevap denemesi yapsın. Jared Diamond'un tanımlaması üzerine "Demokrasi size insanlar korkutuldukça ve kandırıldıkça önünüze sunulmuş bir iki diktatörü oylatır." Demokrasi Durmuş Hocaoğlu'nun Farabi'nin El Medinetül Fazıla eserine atıfta bulunarak "Daimonakrasi" makalesinde de belirttiği üzere "Faziletli İnsanların" rejimidir.

Faziletli insan modelini oluşturup toplum önüne koyabilirseniz sorun ne eğitim de ne de farklı bir alakalı olarak zuhur edecektir. Bu kadar demokrasi diyene kadar aslen Osmanlı'nın büyük ölçüde dile getirilmese de yönetilmesinde büyük etkisi olan "Meritokrasi" deseler de herkesin eteğindeki taşlar bir ortaya dökülüverse...

www.uskudarcevresi.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder