20 Ocak 2014 Pazartesi

Ağla Karanfil... Unutulmuş 20 Yanvar

"Bize hiç kimse azatlık vermedi. 
Biz azatlığımızı şehidlerimizin kanı ile aldık." 
Ebulfeyz Elçibey

AĞLA KARANFİL!

Azerbaycan derd içinde boğulmuş
Sevenleri diyar diyar kovulmuş
Ağla şair, ağla yurdun dağılmış
Nerde kopuz, nerde kırık keman hey!
Nerde büyük vatan, nerde Turan hey!..

-20 Yanvar ve Hocalı’da solan karanfillerin aziz hatırasına ithaf olunur-

28 Mayıs 1918’de ilk bağımsız Türk cumhuriyetini ilan eden Azerbaycan Türkleri 1920’ye kadar büyük bir direniş göstermiş ancak yoğun Sovyet baskısı karşısında yenik düşmüşlerdir. Azerbaycan bu tarihten 20.yüzyılın sonlarına kadar Sovyetler Birliği’nin bir parçası olarak kalmıştır.

Stalin’in, Lenin’in yerini alması ve tüm muhalif sesleri kanlı bir biçimde susturmasından sonra tamamen Rus Şovenizmi’ne teslim olan Sovyetler Birliği 80’lerden sonra iyice çatırdamaya başlamıştır. 1985’te devletin başına gelen Mihail Gorbaçov “glasnost” (açıklık) ve “perestroika” (yeniden yapılanma) politikalarıyla “Soğuk Savaş”ı bitirip SSCB’yi yeniden toparlamaya çalıştıysa da bu politikalar SSCB’nin sonunu getirmiştir.

90’lara gelirken SSCB bünyesindeki birçok devlet bağımsızlığını ilan etmeye başlamıştır. Doğu Avrupa’da büyük bir hoşgörüyle yeni devletleri birer birer tanıyan Ruslar konu Azerbaycan Türkleri olduğunda çok farklı davranmıştır.

Yıl 1990 olduğunda Azerbaycan Türkleri çok daha kararlı bir biçimde bağımsızlık için harekete geçmiştir. 19 Ocak 1990 günü, o zamanki adıyla Lenin Meydanı’nda toplanan binlerce Azerbaycan Türkü tek yürek olup “Azadlıq” diye bağırmıştır. Bu kararlılık karşısında Ruslar kaba kuvvete sarılmış ve Kızıl Ordu Birlikleri Azerbaycan halkının üzerine tanklarıyla yürüyüp, sivilleri ezmeye çalışmıştır. 20 Ocak sabahı Kızıl Ordu’nun aralarında kadın ve çocuklarında bulunduğu yüzlerce sivili katletmesi bağımsızlık ateşini artık söndürülmesi imkânsız bir hale getirmiştir. Meydanda toplanan yüz binlerin omuzlarında bugünkü “Şehidler Hıyabanı”na defnedilen kahraman 20 Yanvar (Ocak) Şehitleri, Azerbaycan Bağımsızlığının simgesi olmuştur. Onların kahramanca direnişi 1991’de bağımsızlığa giden yolu açmıştır. Çağdaş Batı(!) ise bu olayı bir iç mesele olarak değerlendirmiş ve bu zulme –her zamanki gibi- sessiz kalmıştır.

SSCB’nin tamamen dağılmasından sonra Ruslar boş durmamış BDT’yi kurarak bir anlamda “imparatorluk mirası”na sahip çıkmışlardır. Ortaya çıkan yeni devletlerden sadece Şevardnadze’nin Gürcistan’ı ve Ebulfeyz Elçibey’in Azerbaycan’ı bu boyunduruğu reddetmiştir. Ruslar, Gürcistan içerisindeki Abhaz bölgesinde bir isyan çıkarmış ve Şevardnadze zorla da olsa BDT’ye girmeyi kabul etmiştir. Azerbaycan ise tarihin gördüğü en vahşi katliamlardan birine maruz bırakılmıştır.
Büyük Ermenistan hayalleri peşinde koşan Ermeniler Rusların çekildiği üslerdeki tüm silahlara sahip olmuş ve bölge şartlarına göre güçlü bir ordu kurmuştur. Rusların da sürekli kışkırtmasıyla Ermeniler Karabağ’a saldırmış ve Azerbaycan’ın bir bölümünü işgal etmiştir.
Bölgede stratejik öneme sahip olan Hocalı kenti 1991 Ekim’inden itibaren Ermenilerce abluka altına alınmış ve dışarıyla tüm bağlantıları kesilmiştir. 2 Ocak 1992’den itibaren şehre elektrik verilmemeye başlanmıştır. Şubat ayının ikinci yarısından itibaren ise Ermeniler her gün toplar ve ağır makineli silahlarla şehre dehşet kusmuştur.

Ve 25 Şubat’ı 26 Şubat’a bağlayan gece…

İnsanlık tarihinin en büyük vahşetlerinden biri yaşandı Hocalı’da. Taşnaksutyun Çetesi’nin liderlerinden Robert Koçaryan önderliğindeki Ermeni Silahlı Kuvvetleri şehre girerek 83’ü çocuk, 106’sı kadın ve 70’i yaşlı olmak üzere tam 613 kişiyi, insanlık onuruna sığmayacak bir şekilde, vahşice katletti! 1275 kişi esir alındı, 487 kişi ağır yaralı kurtuldu, 150 kişi ise kayboldu!

Cesetler ve yaralılar incelendiğinde hepsinin en vahşi işkencelerle öldürüldüğü ortaya çıktı. Cesetlerden kiminin gözü oyulmuş, kiminin kolları-bacakları kesilmiş, hamile kadınların karnı yarılmıştı.
Babası gözleri önünde öldürülen ve katliam sırasında 8 yaşında olan Hezangül Emirova, olay günü Ermeni askerlerin babasını önce bir ağaca bağladığını söylüyor, “ sonra Ermeni askerler, babamdan, Karabağ’ın Ermeni toprağı olduğunu söylemesini istedi. Babamın ‘3 çocuğum var, üçünü de öldürseniz söylemem.’ demesi üzerine Ermeni askerleri babamın üzerine benzin dökerek onu diri diri yaktılar.” diyor gözleri yaşlı...
Bir başka görgü tanığının anlattıkları ise insanı dehşete düşürüyor:
“Elleri bir ağaca arkadan bağlanan hamile bir kadının başına dikilmiş olan iki Ermeni yazı tura atıyordu. Ermenilerin uzun boylu olanı elindeki AK–47 model Rus yapımı otomatik tüfeğinin namlusuna monte edilen seyyar kasaturayı çıkartırken, diğeri elindeki demir parayı havaya attı:

-Akçik, manç? (Kız mı, oğlan mı?)
-Akçik! (Kız)
Bu cevap üzerine 'oğlan' diyerek bahse giren Ermeni, elindeki kasatura ile hamile kadının karnını bir hamlede yarıp çocuğu çıkarttı. Kan bürülü gözleri bebeğin kasıklarına kilitlendi.
-Tun şahetsar, ınger! (Sen kazandın, yoldaş)
-Yes şahetsapayts ays bubrikı inç bes bidigişdana... (Ben kazandım ama bu bebek nasıl beslenecek?)
-Mayrigı bedge gişdatsine.(Annesi besleyecek elbette)
Bunun üzerine daha kısa boylu olan Ermeni, bir hamlede kasaturaya geçirdiği bebeği annesinin göğsüne yapıştırdı:
-Mayrig yerahayin zizdur! (Çocuğa meme ver)”
Ne kadar da benziyordu bu oyun(!)lar 90 yıl önce Van’da, Kars’ta, Erzurum’da, Ağrı’da atalarının oynadığı oyunlara…
Olayın yankıları dünya basınında az da olsa duyuldu. 16 Mart 1992 tarihli Newsweek’te şu haber yer alıyordu: “Geçtiğimiz hafta Azerbaycan yine bir morgun mahzeni gibiydi. Cesetlerin çoğu kaçmaya çalışırken yakın mesafeden vurulmuştu, bazılarının yüzleri paramparça idi, bazılarının kafa derileri yüzülmüştü…”

Bu olaylar yüzünden vicdanı sızlayan Ermeniler de vardı elbette. Hocalı katliamına tanık olan ve daha sonra Beyrut’a yerleşen Ermeni gazeteci Daud Kheyriyan, ‘For the Sake of Cross’ (Haçın Hatırı İçin) isimli kitabında (Sayfa: 62-63) vahşeti şöyle anlatıyor: “...Gaflan denen ve ölülerin yakılmasıyla görevli Ermeni grup, Hocalı’nın 1 kilometre batısında bir yere 2 Mart günü 100 Azeri ölüsünü getirip yığdı. Son kamyonda 10 yaşında bir kız çocuğu gördüm. Başından ve elinden yaralıydı. Yüzü morarmıştı. Soğuğa, açlığa ve yaralarına rağmen hâlâ yaşıyordu. Çok az nefes alabiliyordu. Gözlerini ölüm korkusu sarmıştı. O sırada Tigranyan isimli bir asker onu tuttuğu gibi öteki cesetlerin üstüne fırlattı. Sonra tüm cesetleri yaktılar. Bana sanki yanmakta olan ölü bedenler arasından bir çığlık işittim gibi geldi. Yapabileceğim bir şey yoktu. Ben Şuşa’ya döndüm. Onlar Haç’ın hatırı için savaşa devam ettiler.”

Karabağ Savaşı 1994’te Bişkek’te imzalanan bir anlaşmayla sona erdi. Bugün Dağlık Karabağ bölgesi halen Ermenistan işgali altındadır. Hocalı Soykırımı’nın baş sorumlusu Robert Koçaryan 1998 yılından beri Ermenistan Devlet Başkanıdır ve Ermeniler tarafından “Karabağ Kahramanı” olarak görülmektedir. İnsanlık tarihinin sayılı katliamcılarından biri olan bu faşist katil göreve gelir gelmez, 6 yıl önce yaptığı büyük soykırımı unutarak “Sözde Ermeni Soykırımı” iddialarını dünya gündemine taşımıştır.
Bu vahşetin sorumluları bugün hiçbir mahkemede yargılanmadan hastalıklı fikirleriyle devlet yönetmeye devam etmektedir. Eğer gereken ilgi gösterilmezse bu savaş suçluları insanlık vicdanı önünde yargılanmadan tarihin tozlu sayfalarına karışacak. Başkaları için defalarca sokaklara dökülenlerin bu katliam için kuru bir “biz de üzülüyoruz” geçiştirmesi elbette samimi vicdanlar önünde hiçbir değer taşımamaktadır. Samimi ve vicdan sahibi olan hiç kimse bu zulme sessiz kalamaz!

Bizler de bugün sesimizi çıkarmazsak Hocalı Soykırımı da, 1914’te Ermeni çetelerince Anadolu Türklerine yapılan katliamlar gibi, İngilizlerin Yemen Cephesinde esir aldıkları askerlerimize yaptıkları işkenceler gibi, Sovyetler Birliği’nin Kırım Türklerine yaptığı zulüm gibi, Rumların Kıbrıs’ta yaptığı katliamlar gibi, Çin’in bugün Doğu Türkistan’da devam ettiği zulümler gibi unutulacaktır...

"Allah'ı seversen göreyim vâre karanfil
İ'lam edegör hâlimi dildâr'a karanfil!" (Vasfî)

Dildâr bir Frenk bahçesinde mest-i hâb olmuş,
Mesih'in nefesidir saçlarında dolaşan.
Galatyalar, Guzmanyalar, Koniferler,
Soyunurken aşüfte Bizans akşamlarına,
Mahcûb sularda yumar gözlerini Nilüferler...

Senin burda adın yok ey bîçâre Karanfil,
Eli-yüzü kan içre kalbi yâre Karanfil!

Âzad kuşlar uçup geldi Kaf Dağlarından;
Kanatları Sûre-i Kaf güzelliğinde...
Odlar yandı göz pınarlarında ceren kızların.
Ilık sevdaları düştü Hazer'in yüreğine,
Bakü göklerinden bakan yıldızların...

Elden ele çok gezdin sen âvâre Karanfil,
Tahammülüm kalmadı intizâre Karanfil!

Böyle yatarken mahnılar Hüseynî beşiğinde,
Bozuluverdi beste kurşun çığlıklarıyla,
Sımsıcak ocaklara düştü "Ocak Kırgını",
En âsî zirvelerde sustu acı külekler
Gökgöl'ün düşlerine aktı Karanfil kanı...

Var huzûr-ı Hüseyn'e pâre pâre Karanfil,
Bunca yâreler ile o ne yâre Karanfil!

Dîldâr derin uykuda, kirpikleri dolaşık;
Oyna kulanlar kişner sabırlı koyaklarda,
Nalsız toynaklarında destanlar kımıldanır,
Binip gider nefesleri kurşûnî bulutlara,
Bakarsın bir baharda Settar Hanlar uyanır...

Dayanmak kolay değil bu efkâre Karanfil,
Dökelim dertlerini gel eş'âre Karanfil!

Dilâver CEBECİ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder