1 Temmuz 2017 Cumartesi

Çağhan Sarı - Bir Cuntanın Anatomisi

Başlık olarak seçtiğimiz ifade, Türk demokrasisinin kırılma noktalarını işleyen bir kitap serisinden esinlenerek atılmıştır. Sözlük karşılığı, ''bir ülkede yönetime silah zoruyla el koyan kimselerden oluşan kurul'' demek olan cunta, siyasi tarihimizin bazı dönemlerini özetler nitelikte. Birinci yıl dönümüne yaklaştığımız –üzerinde ittifakla durulan temel niteliği ihanet olan- 15 Temmuz kalkışması, cunta kelimesini seneler sonra tekrar gazete satırlarına taşıdı. Merkezinde FETÖ olan cunta yapılanması, daha önce tarihe düşmüş darbe ve darbe girişimleri ile kıyaslandı. Benzerlikler ve farklılıklar konuşuldu, yazıldı. Sayısız açık oturum ile 15 Temmuz darbe girişimi/kalkışması/terörü tartışıldı. Bu yazının mükerrer olmaması için sadece cuntalar tarihimizden bir kaç notla ilk askeri darbeye uzanacak ve cuntayı hatırlayacağız. Kati suretle, metodolojinin de zaruretiyle keyfiyet arz edebilecek bir mülahazanın önünü hemen keserek yazımızın benzetme, benzerlik incelemesi içermediğini belirtelim. Nitekim son cuntanın tahlili ve tetkikinde bu geçmişe yolculuğun katkı sağlayabileceği düşüncesini taşımıyorsanız yazının tamamını okumadan sayfayı kapatabilirsiniz.

27 Mayıs 1960'ın hemen ertesinde, darbenin meşruiyet kazanması ve Başbakanlık Müsteşarlığı'nca bastırılan Ak Devrim isimli propaganda kitabında yer aldığı gibi bir devrim şeklinde tarihe düşülmesi için gösterilen kampanyalar malumunuzdur. Özellikle iktidarın son yıllarındaki hatalı uygulamaları vurgulanmış, gazetelerde ispat edilemeyen karalama mahiyetinde iddialar yayınlanmış, Yassıada mahkemelerinde Anayasayı ihlâl davasının dışında ciddiyeti sarsan davalar da görüşülmüştür. Ancak 27 Mayıs'ı sonuca götüren cuntanın ilk nüvesi, bir iki sene öncesinde değil, altı sene önce, 1954'de Tuzla Piyade Okulu'nda Dündar Seyhan ve Orhan Kabibay tarafından kurulmuştur. 1954 senesinde, darbe gerekçeleri arasında gösterilen siyasi adımların, hataların, tatbik edilen uygulamaların henüz hangileri mevcuttur bilinmez ama 1955'te Faruk Güventürk, cuntanın ilk adını koyar. ''Orduyu Islah Etme Cemiyeti'' cuntanın ilk aylardaki ismi olurken, bir başka üyesi Suphi Gürsoytrak, yazılı hiç bir belgenin tutulmadığını anılarında anlatır. Gürsoytrak, hücreler şeklindeki yapılanmada bir hücrede üç kişinin yer aldığını, bu üç kişiden sadece bir kişinin diğer üç kişilik hücreden yine en fazla bir kişiyle temasta olduğunu, yapı içerisinde yer alanların, hangi subayların hareketin içinde veya hareketin dışında bir malumatının olamayacağını aktarır.

Faruk Güventürk, toplantılarda bir araya geldikleri arkadaşlarına orduyu ıslah etme cemiyetinin iktidara el koyma oluşumu olduğunu açıkladıktan kısa süre sonra dönemin Milli Savunma Bakanı Şemi Ergin'e liderlik teklifi yapar. Bakanın emir subayı Adnan Çelikoğlu da cuntaya katılmıştır. Bakan, avukatlıktan geldiğini ileri sürerek teklifi geri çevirir ama kendisine bu teklifi yapanlar hakkında bir işlem başlatmaz. Yani hükümetin bir bakanı, biraz sonra kendilerini devirmeyi düşünen bir cuntanın liderlik önerisi ile karşılaşır ve kovuşturma ihtiyacı hissetmez. 1957'nin son günlerine yaklaşıldığı o sıralarda Binbaşı Samet Kuşçu, bir gazeteci vasıtasıyla sekiz cuntacı ismi ihbar eder. Olayın duyulması ile cuntanın diğer isimleri temaslara son vererek cuntacı tabiriyle ''toprak altına girer''. Kendisiyle beraber 9 Subay Olayı olarak kamuoyuna gelen hadisede tevkifler olur. Yıllar sonra başka cuntalarda yer alacak olan Cemal Tural, mahkemeye başkanlık eder. Cumhurbaşkanı Celal Bayar'ın davanın üstünde durulması gerektiği ikazlarına rağmen, Başbakan Adnan Menderes, hadisenin süratle kapatılması yönünde eğilim gösterir. Mahkeme sonunda sekiz subay beraat edip görevlerine iade edilirken ihbarı yapan Samet Kuşçu, orduyu isyana teşvik suçundan iki sene hapis cezası alır. 

27 Mayıs'a giden yolda aslında cunta 1958 yılı itibariyle deşifre oldu. Ama bu tarihten sonra eklemlemeler artarak devam etti ve kıpırdamalar başladı. 1955'de Elazığ'da Talat Aydemir'in cuntası önce Ankara ardından da İstanbul ile birleşti. Yıllarca siyasi çevrelerce konuşulmuş, zaman zaman bilgi kirliliği nedeniyle suiistimallerle de karşılaşılmış soru, Alparslan Türkeş'in 27 Mayıs'ta cuntanın neresinde ve ne yetkide olduğu sorusudur. Hatıralarında konuya açıklık getirmiş olan Türkeş, cuntaya son bir buçuk yıl kala girmiştir. Kaçınılmaz öngördüğü darbenin bir sol darbeye dönüşmemesi gerekçesiyle yer aldığını açıklamıştır. Türkeş cuntada kendisine yakın görüşteki arkadaşları ile ortak hareket etmiştir. 

Ordunun üst komuta kadrosundaki isimlerle temas kuramayan cunta, bir aralık Metin Toker'in iddiasıyla İsmet Paşa'yla görüşme yolu aradı. Bu şansı bulamayınca son olarak 1959'a gelindiğinde emekliliğini bekleyen Org.Cemal Gürsel, lider olarak kabul edildi. Cemal Gürsel'le daha önceden kurulan temasla ordu içerisinde kritik noktalara cuntacıların atanması sağlanıldı. Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı Komutanı, cuntacı Albay Osman Köksal oldu. 555 K'nın ertesinde, Gürsel'in emekliliği öncesindeki son aylarını da izinli olarak geçireceği öğrenilince cunta lider arayışına tekrar döner. Bu sırada Kara Kuvvetleri Lojistik Dairesi Başkanı Tümg.Cemal Madanoğlu'na teklif götüren Orhan Kabibay idi. 27 Mayıs'a günler kala cuntanın başında hareketi yönlendiren isim olurken harekat sırasında rütbesinin yetersiz kaldığının farkında olmasına rağmen ön plana çıkmaktan imtina etmedi. 

Uşak-Topkapı Olayları, Vatan Cephesi, Tahkikat Komisyonu, İnönü'nün TBMM'den çıkarılışı, Harp Okulu öğrencilerinin yürüyüşü, 28-29 Nisan Olayları ile siyasi kronometre, vakit tamam diyordu. 23 Mayıs günü cunta toplantısında hareket tarihi için 25 Mayıs seçildi. Parola, ''Dündar Seyhan'ın oğlu sınıfını geçti.", ertelendiği takdirde "Dündar Seyhan'ın oğlu bütünlemeye kaldı'' şeklindeydi ve Menderes'in programındaki değişiklik nedeniyle cunta 27 Mayıs'a erteledi. 

26 Mayıs günü öğle saatleri, garip bir toplantıya ev sahipliği yaptı. Genelkurmay karargahındaki toplantıda konuşan Genelkurmay Başkanı Rüştü Erdelhun, bir ay önce yaşanan Harp Okulu öğrencileri yürüyüşüne değinerek ordunun siyasete bulaşmaması gerektiğini karargahına hatırlattı. Toplantıdan önce ordunun hükümete bağlılığını bildiren Erdelhun, kendisinin de devrileceği cunta yapılanmasını sezememiştir.Toplantıda bulunan Albay Emin Aytekin yine cuntaya son aylarda katılmış bir başka isimdi. Gece radyoevinin ve bakanlıkların işgali ile başlayan hareket, sabah saatlerinde Başbakan'ın Kütahya'da enterne edilmesi ile tamamlandı. Madanoğlu, darbe bildirinin altına imza olarak Türk Silahlı Kuvvetleri'ni yazdırırken aslında Anadolu'daki ordu komutanlarının önemli bir kısmının haberi yoktu. Erzurum'da bulunan III. Ordu Komutanı Org. Ragıp Gümüşpala'nın hareketi tanımama mesajı ulaşırken, 27 Mayıs günü öğle saatlerinde Cemal Gürsel İzmir'den uçakla getirildi ve öğleden sonra Gürsel, ihtilalın lideri olarak radyodan Türkiye'ye seslendi. Cunta sonrasında karargahtaki subay karmaşası hasıl olunca Türkeş ile görüşen Madanoğlu, Numan Esin, Sıtkı Ulay Kabibay ve Seyhan'dan cuntanın ilk kuruluşundan bu yana yer alan isimlerden bir komite kurulmasını emretti. Cuntaların alışılagelen sert disiplinli liderlik alt yapısının burada olmadığı görülmüştür.

Milli Birlik Komitesi, darbeden sonra böyle kurulmuş olurken 27 Mayıs cuntası, netice almış, ilk askeri darbeye imza atmış yapı olarak bu başlık altında şekillendirildi. Milli Birlik Komitesi, seçimlerin ne zaman yapılacağı sorusu ile ilk derin çatlağı yaşadı ve beş buçuk ay sonra Alparslan Türkeş ve on üç arkadaşını silah zoruyla sürgüne tabi tutarak darbe içinde darbeye imza attı. 27 Mayıs'ta Kore'de bulunan Albay Talat Aydemir ise yurda döndükten sonra eski arkadaşları tarafından eski samimiyeti göremediği hissine kapıldı. 1960 Ağustos'unda beş bin subayın emekli edilmesiyle (EMİNSU) ordu bir cuntanın dışında alabileceği ikinci büyük yarayı aldı, tasfiye gördü. Bu tasfiyeden sonra Genelkurmay Başkanı olan Cevdet Sunay, Aydemir ve arkadaşlarının başını çektiği Albaylar Cuntası'nı da içeren Silahlı Kuvvetler Birliği'ni kurdu. SKB'nin tüm kurucuları ve üyeleri belirsiz olmakla beraber Milli Birlik Komitesi'nin yitirdiği güce her geçen gün sahip oldu. Orduyu elinde tutan cunta olarak, MBK'yi tesirsiz kıldı. Örneğin Yassıada'dan idamların olmaması yönünde eğilimini belli eden MBK üyeleri arasındaki iki isim, SKB'nin bastırmasıyla idamlar lehine oy kullandı ve SKB sonuçlara tamamen tesir etti. Milli Birlik Komitesi elinde silah bulunduran bir güç olamamıştır. Harekât gecesi Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı'nın dışında en ciddi güç Harp Okulu'dur. Yüzbaşı, binbaşı ve yarbay rütbelerinin ağırlıklı olması, cunta içindeki bir kaç generalin de karargâh subayı olarak kıta komutanı olmaması, 27 Mayıs cuntasının harekât kabiliyetini sınırlamıştır. Doğrudan siyasi kadronun ve Genelkurmay Başkanı Erdelhun'un enterne edilmesi tercihinde bu husus önemlidir. Çünkü saatlerin ilerlemesi ile bir mukavemet söz konusu olursa ordudaki diğer birliklerin karşılarına geçme ihtimali göz önünde bulundurulmuştur. 

Rütbenin gücü yerine cunta literatürüyle darbenin ilahlarının gücü eline alması, birçok subayın 27 Mayıs'ı ya benimsememesine yâda devamını getirme isteğine yol açmıştır. 21 Ekim Protokolü, 9 Şubat Protokolü, 22 Şubat ve 21 Mayıs Aydemir Cuntası Girişimleri, 27 Mayıs'ın artçı sarsıntılarıdır. Ordunun politize edilmesi katlanarak çoğalmış, 12 Mart öncesinde Madanoğlu Cuntası, Gürler-Batur Cuntası, Baasçı 9 Mart Cuntası -ki içerisinde parlamenter Fakih Özfakih gibi isimler de vardır- kurulmuş, Türkiye'deki bu atmosfer bir belgeselde ''cuntaların dansı'' ifadesiyle özetlenmiştir. Ordunun emir komuta zincirinde hareket ettiği 12 Eylül darbesi, demokrasiyi kesintiye uğratan son klasik darbe olurken cuntanın yerine hiyeraşi alıyordu. 

Cuntaları besleyen sivil entelijansya gerçeği 27 Mayıs’ın artçı sarsıntılarda gözlemlenmiştir. Behçet Kemal Çağlar’ın darbeden önce orduyu göreve çağıran Yetiş Türk Ordusu şiiri sadece bir örnektir. Aydemir Cuntasına gazeteci desteği, Baasçı 9 Mart Cuntasına Doğan Avcıoğlu'nun başını çektiği Yön Dergisi desteği göz ardı edilemez. 

Akademide darbeleri Türkiye'nin sorunlarına çözüm gören üniversite hocaları da her tarihte değişen oranlarda görülmüştür. Darbelerle beraber yeni açılan sayfada, askeri rejimlerin halkın bir bölümü tarafından destek görmesi, cuntaların anatomisinde yer alan bir mevzu değildir. 27 Mayıs'ın halktın bir bölümünden aldığı destekte şüphesiz o zamana kadar bir askeri darbe rejiminin tecrübe edilmediği gerçeği yatmaktadır. Dönemin gazetecisi Bülent Ecevit, ''Hoşgeldin Türk Ordusu'' başlıklı bir yazı kaleme alarak 27 Mayıs'ı alkışlarken, seneler sonra bu yazısındaki söylemleri ilerleyen yıllarla beraber terk ettiğini açıklamıştır. Cuntanın sola kaymasını engellemek için darbeye katılan Türkeş, siyaset hayatında MHP gibi önemli bir partinin liderliğini sürdürmüş, ''en kötü demokratik idare, darbeden iyidir'' sözlerini sarf ederek, cunta girişimlerinin karşısına geçtiğini çizmiştir. Türkiye'de darbelerin diktatörlüğün tesis edilmesi için yapılmadığı muhakkaktır. Ancak 27 Mayıs’ın lideri Cemal Gürsel de, 12 Eylül'ün lideri Kenan Evren de, prosedürü tamamlamaktan ibaret olan işlemler ile cumhurbaşkanı oldular. Anayasanın kendilerine verdiği hak ölçüsünde kalarak, geçilen yeni dönemde ettikleri yemine bağlı kaldılar. Ama askeri vesayet bastonu ile Ragıp Gümüşpala'nın deyimiyle çoğu zaman Anayasa'ya rağmen ''ahval ve şerait '' diyerek siyaseti yönlendirdiler. Türkiye'de ilk askeri darbe 27 Mayıs, siyasi cenahların psikolojisi ve ideolojisi ile yazıldıkça daima bir kesimin siyasi rantına ve bir diğer kesimin ''kendilerinden saydığı'' bir hareket olarak tanımlanmasına maruz kalmıştır. Bu nedenle bize vereceği mesaj hep arkada kalmış, ''ne idi'' gürültüsüne bırakılmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder