13 Ekim 2022 Perşembe

Devlet Baba'nın Metruk Çocukları

 Üstnot: İşbu yazı Haziran 2021 tarihinde kaleme alınmıştır. Nedeni belirsiz de olsa bir sene gecikmeli yayınlanabildi.

Yersen?!

Türkiye’nin eğitim meselesi uzun yıllardan bu yana kronik bir sorun olarak tartışılagelir. Öyle ki; herhalde sokağa çıkıp herhangi bir ortalama insana çevirip “Ülkenin en büyük 5 sorununu” sorsak, tahmin ediyorum ki mutlak suretle “eğitim” bu 5 sorun arasında mutlaka yer edinir. Sorunun sonuçlarını birebir tecrübe etmek mümkün. Fakat eğitim gibi soyut bir kavramı kronikleşmiş sorun haline gelmesinin kökenlerine inmek istediğimizde iş bir hayli karmaşık hale geliveriyor. Eski bir deyimle sazın bam teline dokunmak da tam 11-12 senenin sonunda başa düştü. Konu eğer bir çocuk olarak dünyaya gelse orta okula doğru; yahut teknik ifadesi ile ilköğretim ikinci kademenin yolunu tutacaktı.

Ülkemizde kötü siyaseti dilinin yol açtığı bir kısmi “afazi” durumuna mâni olmak adına ara bir not eklemeliyim: Şahsımın aldığı aile terbiyesi, kişisel inançları ve ötesinde yarım yamalak sahip olduğum hukuki bilgiler nedeniyle herhangi bir okul türünün varlığına karşı olmam söz konusu değildir. Anlatacaklarımın gerçekliği, dönemi yaşayanlarca rahatlıkla tespit edilebilir.

28 Şubat’ta ben de az önce bahsedilen yaşlarda idim. Bazı siyasi gelişmeler neticesinde dini içerikli eğitimlerin müfredatında bulunduran “imam hatip liseleri” güya hedefte idi ve güya bu yüzden imam hatip orta kısımları kaldırıldı. Lise kademesinde eğitim veren aynı okulların devamı niteliğindeki okullara da “katsayı” denilen bir üniversite sınavı uygulaması getirildi. Buna göre üniversiteye girişlerde önemli bir rol oynayan okul puanları alan dışı olarak kabul edilen bölümler tercih edildiğinde yarıdan da daha az bir seviyeye indirgeniyordu. Açık bir ifadesi ile bir imam hatiplinin “İlahiyat Fakültesi” dışı bir tercih yapması/yapabilmesinin önüne geçiliyordu. Ancak, burada hemen hemen adı hiç anılmayan ve o dönemde sayıları en az imam hatipliler kadar olan ki daha fazla olduğuna eminim; meslek liselerinde eğitim gören öğrenciler de aynı sınıfa sokulmuş, aynı delikten geçirilmiş, aynı zulme muhatap kabul edilmişti. Bir farkla uygulama yıllar boyu en rijit, en acımasız ve en tavizsiz şekilde uygulandı.

Bugün de ülke gündeminde kendine çok sık yer edinen imam hatipler için toplum nezdinde bazı "arka kapılar" türemeye başlamıştı. Bunlardan en masumu, imam hatip mezunu çocukların belli sosyal grupların desteği ile “Batı” ülkelerinde okutulması idi. Burada bir itiraz edilecek bir nokta yok. Sonuçta bir ortada finans desteği ve alınan bir üniversite eğitimi var. Fakat bir şekilde yine aynı sosyal gruplar gerçekte okul niteliği tartışılır kolejler kurarak bu çocukları katsayının etrafından dolandırmaya başladı. Ha keza, bir diğer yöntem de meslek lisesi olarak görülen bu okulların mezunlarının fark dersleri alarak yahut aldırılarak ikinci bir lise diploması edinmesi sağlandı ve katsayı mağduriyeti bir şekilde delinmeye başladı. Bu tip öğrencilere Teknik Eğitim Fakültesi’nde okuduğum Marmara Üniversitesi’nin Tarih, Bilgi ve Belge Yönetimi gibi birçok bölümünde rastladım. Hatta aralarında Hukuk okuyanlarla dahi tanıştım.

Ya meslek liseliler?

İmam hatipler dışında meslek liseleri iki ana kategoride eğitimlerini sürdürdü:

Bunlardan birincisi endüstri meslek denilen kısmı ki bunlar 3 senelik bir eğitim alır ve son senesinde okuldan çok işe giderler. Entelektüel bilgi olarak sayabileceğimiz matematik, fizik gibi dersleri birinci sınıf haricinde görmezler ve yoğun olarak mesleki derslerle süreçlerini tamamlarlardı. Buralardan teknisyen mezun edilirdi.

İkincisi ise teknik liseliler ki bunlar endüstri meslek liselilerin birinci sınıfta yüksek başarı gösteren çocuklarından seçilirlerdi. Matematik, fizik gibi dersleri tıpkı dönemin düz liseleri gibi almaya devam etmeleri bir tarafa endüstri meslek liselerinden daha nitelikli bir şekilde eğitim alırlardı. Bu nedenle ders saati sayıları abartılı rakamlara ulaşırdı. Haftalık 45 saat, 48 saate ulaşan yoğun programlarla okuyup başarılı olmaya gayret gösterirlerdi. Tekniker unvanı ile mezun edilirlerdi.

Diğer tarafta ise düz liseliler o dönemlerde 30 saati aşmayan haftalık ders programı ile birlikte Nisan ayı itibari ile nerede okula gitmezlerdi. Katsayı mağduriyeti ile var olma mücadelesindeki meslek liseliler ayrıca bu durum ile de baş etmeli idi.

Bu iki tipte devam eden mesleki eğitimin yanında bir parantez açmak da mecburidir, çünkü her ikisinin de terkip bir şekilde düzenlenmiş bir Anadolu Lisesi formu vardı ki ben o talihsiz çocuklardan biriyim. Bu çocuklar, sınavla liseye alınır. Diğer Anadolu Liselerinde olduğu gibi bir sene İngilizce hazırlık sınıfı okurlardı. Ülkede başka bir örneği yokken toplamda tam 5 senelik bir eğitimin ardından Anadolu Teknik Lisesi mezunu olabilirlerdi. Aynı seviyedeki ve yine lise olarak kabul edilen düz liseler ve endüstri meslek liseliler için bu dönemde eğitim süresi 3 sene ile sınırlı idi. Eğer ki Anadolu Teknik Lise öğrencisi 4. sınıf sonunda okulundan ayrılmak isterse Anadolu Meslek Lisesi mezunu olabiliyorlardı. Ben de öyle yaptım. 4 sene durdum, bir gün daha fazla duramazdım.

Çünkü Anadolu Teknik ya da Meslek Liseliler de dahil olmak üzere, dönemin Milli Eğitim politikası bize ikinci bir bölüm bitirmeye kesin hükümlülükle müsaade etmiyordu. Açık lise de dahil olmak üzere herhangi bir eğitim kurumuna geçişinizde en başından tekrar lise okumanız gerekiyordu. Yukarıda bahsettiğim sosyal grupların hiçbiri size elini uzatmadığı için yurt dışında okutturulmanız da eğer bu konuda ailenizin maddi gücü ve sosyal çevresi el vermiyorsa mümkün olmuyordu. O halde sizin için “yolların sonu” olarak geriye “Teknik Eğitim Fakültesi” dışında bir lisans ümidi kalmıyordu. Var olan İngilizce bilginiz, sizinle eş ve eşit kabul edilen diğer liselerden en az yüzde 50 daha fazla ders almış olmanız kimsenin umurunda değildi.

Sözde bir “merhamet” neticesinde iki yıllık yüksekokullara geçiş hakkı verildi. Zaten tekniker olan çocuklara yine teknikerlik unvanı için bir kapı aralandı. Artık tekniker kere tekniker olacaktık. Bizimki gibi askerliğin önemsendiği toplumlarda diploma, omuzlarınızdaki rütbeden farksızdı. Böylelikle bir teknik, ya da Anadolu Teknik olup Anadolu Meslek olarak firari öğrenciler teknikerlik unvanlarını tekrarlamak üzere tekraren yüksek okullara sürülüyordu. Teknik Eğitim Fakülteleri için ise iş bulmak bir hayli çetin bir cevizdi. Çünkü teknik öğretmen olarak mezun veren bu okulların mezunları da piyasa şartlarında mühendis olmadıkları gerekçesi ile bu nitelikten çok daha kalifiye olmalarına rağmen tekniker statüsünde çalıştırılmaya devam ediyordu. Ergenekon Destanı’nda elleri ve ayakları kesilerek sakat bırakılan çocuğun bir timsali durumundaki meslek liselerinin ana lokomotifi teknik öğretmenler için atama rakamları asla 3 haneli rakamlara ulaşmadı, ulaşmıyor. 

4 sene okuduğum Anadolu Teknik Lisesi’nden Anadolu Meslek Lisesi diplomasına razı olarak çıktığım günden beri takip ettiğim öğretmen atama rakamları büyük ölçüde artık yaşını doldurduğu ve daha fazla yasal olarak çalışamayacağı için bir kısmı “dinazorlaşmış” teknik öğretmenlerin ya da daha onurlu bir şekilde vaktini doldurduğu için emekli olan teknik öğretmenlerin yerine atamadan ibaretti. Ani bir kararla 500’e yakın lisenin “Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi” olarak dönüştürüldüğü 2014 yılının teknik öğretmen atama rakamları bile değişmedi. Düşünün ki ülkenizde bir senede 500 tane meslek lisesi açılıyor ama bilgisayar, makine ya da elektrik – elektronik gibi önemli bölümlerden toplamda bile 500 öğretmen atanmıyor(!?).

Fakülte bitiriyorsunuz ama lise unvanı ile çalışmaya devam ediyorsunuz. 

İş dünyası kendisini geliştiren insanlara kapıları sonuna kadar açar vs. Siz ciddi misiniz? Deha düzeyinde bir bilgi birikiminde olun ve herhangi bir holdinge iş başvurusunda bulunun. İşe alacağı kişinin teknik bilgi birikimi hakkında zerre bilgisi olmayan, konu hakkında sosyal medyada gördüğü bir iki tik-tok videosu dışında donanımı olmayan “sözde insan kaynakları” departmanlarını geçebileceğinizi gerçekten düşünüyorsanız, lütfen bu yazıyı okumayı bırakın. 

Bu yazıya imam hatip örneği ile başlamamın sebebi bir kıyaslama tablosu çizebilmenin yanı sıra, organize ve kararlı bir topluluğun sert bir ortamda dahi kendi imkanlarını oluşturabilirken, çok daha dinamik ve aktif bir şekilde değer üretebilme yeteneklerinin tamamına sahip durumdaki meslek lisesi mezunlarının kimsenin sahiplenmemesi bir tarafa, meslek liselilerin yine meslek liselilerce de sahiplenilmemesidir. 

Bir şekilde gidilen ve sonradan "Dikey Geçiş" ile mühendislik kapısının ışığı sadece kapı altlarından görülebildiği yüksek okullarda bu çocuklara bakış açısı, pek de diğer öğrencilerle eşit olmadığını üniversite öğrencileri tarafından bilinen bir konudur. Hoş, neredeyse üniversite kapılarının lisans eğitim düzeyi bakımında kapalı olduğu bu çocukların büyük bir kısmı “düz lise okuyamayacak” düzeye de inmesine neden olduğunu inkâr edemem. Bu nedenle bir rektörün bana “Teknik Bilimler Yüksek Okulu” öğrencisi olduğumu bilmeden benim okuduğum yüksek okulu kastederek “4 işlem bilmezlerin yeri” diyerek yaptığı tanımlamanın kulaklarımdaki yeri tazedir.

Yüksek okulu bitirseniz ve Dikey Geçiş Sınavı’nı kazansanız bile adına “intibak” denilen toplama kampından hallice bir uygulama ile sudan sebeplerle birçok yüksek okul öğrencisinin mühendislik hayalleri tekrar kötürüm bırakıldı. Aynı sınıfta, aynı ortamda ve aynı eğitimi aldığınız bir diğer öğrenciden farklı olarak her an eğitim hakkınızın elinden alınma tehlikesi ve tehdidi altında okumanız gerekiyordu. Bu engellemeleri aşan her bir meslek liseli Süleyman Seba’nın Beşiktaşlı futbolculara hitabından hareketle “sadece bir diploma kazanmamış, tüm siyasi engellemeleri de yenmeyi başarmıştır".

Diğer bir acayiplik ise yüksek okul sonrası öğretmenlik kazanan arkadaşlarımız yaşadı. Olur da DGS ile lisans düzeyi öğretmenlik kazandınız. İntibak senesinde bir ve ikinci sınıf derslerinin bir terkibini alır ve akabindeki sene 3. sınıf öğrencisi olurken, aynı okuldan mezun başka bir kişi olur da ÖSS ile aynı okulu tercih ederse 1. sınıf öğrencisi kabul ediliyordu. Bu gibi acayipliklerin sonu gelecek gibi değildi ki bir yeni acayip durum tekrar zuhur etti.

Gel gelelim günümüze: 

Artık liseler arası bir üniversiteye giriş zulmü bulunmuyor. Ancak teşvikten de pek söz edemeyiz. Başarısız ya da amaçsız öğrencilerin yıllarca gönderildiği meslek liseleri için durum hâlâ pek değişmiş olduğundan bahsedemeyiz. Meslek liseleri maalesef hâlâ en az kıymetin verildiği lise grubumuz. Doğrudan iş gücüne katılabilecek nitelikleri kazandıran bir eğitim türüne mensup olmak maalesef hor ve hâkir görülmeye devam ediliyor. Buradaki kanaatimin ana nedeni ayrılan bütçeler ve buraya gitmek isteyen öğrencilerin azlığından kaynaklıdır. Geçtiğimiz yıllarda buna tek bir istisna olarak gösterebileceğimiz Aselsan tarafından desteklenen bir liseye giden öğrencilerin gösterdiği yüksek azimdir. Dilerim bu liselerin sayısı artar.

Lisans mezunu olmasına rağmen lise mezunu muamelesi görmeye devam eden teknik öğretmenler için yeni bir acayiplik icat edildi. Enteresan ve sadece Ankara’da yapılan bir sınavla teknik öğretmenlere mühendis olmaları için bir kapı aralandı. Bu sınavın azami düzeyde zor tutulduğunu ayrıca belirtelim. Öyle ki sadece bu sınavın barajını geçmeyi başaran teknik öğretmenlerin neredeyse kesin olarak bir mühendislik fakültesine yerleşiyorlardı.

Bir sene ve iki dönem kapsamında “sadece devlet üniversiteleri” tarafından kabul edilen teknik öğretmenler transkriptlerinde aldıkları derslerin en az yüzde 70’ini sudan sebeplerle tekrar almaya zorlandı. Elektrik Öğretmeni olarak lisans mezuniyeti olan şahsımın daha önce almadığı sadece 3 ders varken 10 ders aldım. Kendimi şanslı addettim, çünkü bazı devlet üniversiteleri bu ders adedini 14’e ve yasal sınır olan 15'e kadar yükselttiler. Böyle bir yasal sınır neden var diye kendime sormak yerine "iyi ki var" demek de galiba yine bize düştü. Zulüm gizli ve sessiz de olsa devam etti

Tabii tüm bunlar bir tarafa, mühendisler odası tarafından kabul görülmeme gibi ciddi sorunları da duyduk, işittik. Neyse ki şu an bu durum mevcudiyetini devam ettirmiyor.

“Sadece devlet üniversiteleri” durumu ise bir hayli ilginç. Ülkede var olan “bir tabela, bir bina, işte al sana üniversite” durumunda çok hızlı bir şekilde vakıf üniversitelerinin sayısı artarken teknik öğretmenler bu okullara girişine müsaade edilmiyor. Fakat her nasılsa bu üniversiteler laboratuvarları olmayan, hatta bazen profesörü bile olmadan mühendis diploması vermeye devam ediyor.

Mesleki ve teknik eğitim bu denli ülkede yok sayılması ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik zorlukların; zorluk saymayanlar için bile daha iyi bir durumda olmasının önünde engeldir. Orta okul seviyesinde mesleki eğitim verilmemesi bir tarafa özel okullarda adına STEM eğitim denilen modelle velilerin dikkatini çelmeye çalışıyor. Bilim, teknoloji, mühendislik ve matematik ağırlıklı bir eğitim modeli yine teknik öğretmenler olmadan devam ettiriliyor. Meslek liseliler ise her ne hikmetse bu eğitimlerin dışında görülmeye devam ediliyor.

Liseden mezun olduğunuzda iş hayatına hazır ve değer üretebilecek nesillerin varlığı neden ve niçin kimleri rahatsız ediyor? Adına “Meslek Lisesi Memleket Meselesi” afilli televizyon reklamlarının ne hikmetse bir sonucu olmadı. Söylemden öte gitmeyen sloganlarla meslek liseleri üzerinden sadece prim yapıldı. Durumun varlığı bir rahatsızlık yaratmadığı için devam edeceği de kesin gibi duruyor.

Bu yazıyı yazma sebebim tüm bu olumsuzluklar içinde hasbelkader pandemi dönemi uzaktan eğitim imkanlarını da değerlendirerek “mühendis” olabilmeyi başarabilmiş bir Anadolu Teknik’ten rütbesi sökülmüş Anadolu Meslek Liseli, bir yüksek okul mezunu ve bir teknik eğitim mezunu olarak yazıyorum. Açık öğretim lisans diplomaları ile yetinmeyen ve inadına bu mücadeleyi sürdüren tüm tanıdığım - tanımadığım dostlarımı ayrı ayrı selamlarım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder