23 Ekim 2013 Çarşamba

Durmuş Hocaoğlu'nun Vefatının 1. Seneyi Devriyesine istinaden Osman Sezgin'in Yaptığı Hitap


Üstnot: Metin, Osman Hocamın tahsisinden geçmemiştir ve herhangi bir ses kaydına bağlı kalınmaksızın akılda kılan bilgi kırıntılarından derlenilmeye çalışılmıştır ve kusurludur. Konuşma 23.10.2011 tarihinde Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Camii'nde Kültür Ocağı Vakfı tarafından organize edilen "mevlid" sonrası gerçekleşmiştir. Hatalar için Osman Hocam'dan şimdiden af diliyorum... 

Konuşma Metni:
Şanlı bir ecdadın evladı olarak büyük badireler atlattık. Geçmişimiz büyük cenkler ve büyük adamlarla doludur. İki balkan savaşı ve bir dünya savaşı yaşadık. Olanların tamamı en tepemizdekinden en ücra köşede yaşayan insanımıza kadar herkesi etkiledi. Ancak milletimizin başarısı “zayıf halka” durumuna düşmeden her şeye rağmen cihadı ekber bilinci ile ayakta kalmak oldu. Bu yıllarda insanlarımız açlık, yokluk ve on yılı aşan sürelerde yapılan askerlik sınavlarından geçti. Lakin o yıllar şu içerisinde bulunduğumuz günlere bakıldığında daha huzurlu ve daha mutlu yıllar olarak hepimizin zihninde. Yaşanan sürgünler, savaşlar ve kıtlık günleri bile bizi bu kadar imkân içerisinde olduğumuz huzursuzluk kadar rahatsız edemedi. Bugünleri aşamamızda ve o günleri aşmamızdaki aradaki büyük fark "iman ve idrak" eksikliğidir. O günlerde insanlar aza kanaat göstermenin, birbirlerine sırt dayamanın, geri döndüğünde koyduğunu yerinden bulmanın imanında ve idrakinde idiler. Bir şeylerin "farkında" idiler.

Bu farkında olunma ya da şuur hali insan ile eşya - hayvan arasında büyük farkı ortaya koyar. Bir turunç ağacı meyvesinin içerisinden barındırdığı c vitamininin insanların gribal enfeksiyonuna şifa olacağının farkında değildir. Yahut bir arı yaptığı balın eşsiz bir gıda olduğundan belki de kendince bihaberdir. Hatta öyle ki bir insana bir böceğin bünyesinde böylesi bir muhteşem laboratuvar barındırdığını arının ne olduğunu bilmeyen bir insana anlatmaya kalkışsanız muhtemeldir ki size inanmakta güçlük çeker. Lakin arı tıpkı turunç meyvesinin olduğu gibi açık bir vakıadır. 

Buradan hareketle zaten ne arı ne de turunç ağacı yaptıkları fiilin azmi cezminden mes'ul olacak, mükellef addedilecek ve hesap sorulacak da değildir. İdrak etmekle yükümlü olan insandır. İnsan yaptığı her fiilden, inancından hatta düşüncesinden dahi bir bir mes'ul olma durumundadır. İdrak etme ona tahsis edildiğinden kendini bir kâinat senfonisi içinde konumunu sorgulamak durumundadır. En azından bu dünyada bir misafir olduğunu gelip geçici bir vakit burada ikame edeceğini ve sonrasında da gideceği yönü tasavvur eder. Bunun idrakine karşı bir inatla ayak direme gerçekleştiği an insanların psikolojide "yabancılaşma" olarak nitelenen kavramın odak noktasına düştüğünü gözleriz. İnsanın kendi ile çatışmalar yaşamasına ve hayat ile süregiden iştigali müştereğinde büyük noksanlıklar neticelenmektedir. Öyle ki eski yıllarda insanlar psikiyatr ve psikologlara sadece deli doktoru nazarı ile bakarken günümüzde birbirlerine gururla benim psikoloğum ya da psikiyatrım var diyebilmektedirler.

Belki de bu noktalar bizi şanlı tarihten ayrı bir kefede bugünlere koyan şeyin adıdır. 

Erol Güngör için batılılar "altın beyinli adam diyor. Mimar Sinan'ın eserleri bugün bile aşılamamıştır ve saymak gerekirse daha nice isim Seyyid Ahmed Arv"asi, Hakkı Dursun Yıldız ve bugün mevlidine iştirak ettiğimiz Hocamız Durmuş Hocaoğlu. Onları özel yapan ve kendilerine, kendi hayatlarına, kendi Yaradan'ına karşı yabancı; diğer manada ise hayvani koymayan bu saydığım kutlu isimlerin "işlerini ibadet edercesine ve ibadet hükmünde, Rızayı Lillah arzusu" ile yapmalarından kaynaklanmalıdır. Sinan en büyük ibadetini inşa ederken, Güngör ve Hocamız eserlerini kaleme alırken yapmıştır...

"Âmeller niyetlere göredir" hadisinin işaret ettiği düstur uyarınca niyeti "Allah" olan bu kutlu isimler yaşamları ile sahabevari bir şekilde bize örnek olmuşlar. Bu milletin yeniden Hadimi Haremeyn olmasını, ümmete mihmandarlık etmesini istemeyenler bu gibi hasletlerin insanlarımızın gözü önünde muteber olmaması için türlü desiseler yanı başımıza sokulmaktadır. Çeçenistan'da, Keşmir'de, Doğu Türkistan'da zulmün durması ve dünya yeniden "Nizam-î âlem" ile müşerref olabilmesi için her Müslüman Türk evladının işini, uğraşını yahut gayretini ibadet şekline dönüştürecek imân ve idrak ekseninde olması zaruridir.

Hocamıza Allahtan rahmet, sevenlerine baş sağlığı diliyoruz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder