13 Mart 2019 Çarşamba

Alper Tunga Sert - Gayretliydi; Mehmed Niyazi'nin Ardından...

Gayretliydi...

Milletine dair dertleri olan, vatanlarında milletinin kendi kimliği ile yaşaması ve düşünebilmesi için çalışmış bir münevver ve bir mütefekkirdir Mehmed Niyazi. Daha çok tarihi romanları ile tanınıyor olsa da o aynı zamanda bir fikir adamıdır. 

Gayretliydi… Bu küçük fakat ardından yüzlerce yıllık destanları anlatabilmeye muktedir bir ömürlük hikâyeyi barındıran bir cümle. Birkaç yıl önce izlediğim kendisinden bahseden bir belgeselde “Kendi hayat hikayenizi yazsanız başlığı ne olurdu?” diye sorulduğunda “Gayretliydi” diye cevap vermişti. Mehmed Niyazi ömrünü o herkesçe bilinen kütüphanede, herkese ezberlettiği kendine tahsis edilmiş masasında, isimlerini çoğumuzun hiç bilmediği ve kalanımızın hatırlamakta zorlandığı kahramanları anlatmak ve hatırlatmak için geçirdi. Başka bir romancıdan işitmeyeceğiniz/işitemeyeceğiniz bir şekilde “Benim romanlarımda kurmaca karakter yoktur!” sözünü haklı bir gururla söylüyordu.

Gayretliydi… Ve yüklendiği yük her bir fani için çok ağırdı. O’nun kaleminden akan satırları okurken Plevne’de Osman Paşa ile dertleniyor, Çanakkale’de bir Mehmetçik ile kısa süren ateşkes arasında yaralarımızı sarıyor, Yemen’de susuzluktan kavruluyor ve Varolmak Kavgası’nda Murat ile beraber ülkedeki çarpıklaşmış zihniyet ile mücadele ediyorduk. Bir Yeşilçam filminde tesadüfi bir kaza eseri hafızasını yitirmiş ve kim olduğunu hatırlamaya çalışan birine “kim olduğunu anlatmaya çalışan” yalnız ama kendinden emin kimseydi.
Gayretliydi… Bundan tam 10 sene önce girdiği ilk dersinde bize “avukat paradoksu” olarak anılan kavramı anlatmıştı: Avukat, yetiştirdiği çırağın ücreti hususunda bir anlaşma yapar. Bu anlaşmaya göre, çırağı aldığı ilk davayı kazanırsa, bu ücreti avukata ödeyecek. Kazanamazsa ödemeyecektir. Gün gelir çırak, kendi işini kurarak usta avukatın yanından ayrılır. Bunun üzerine usta, bir dava açarak sözleşmede yer alan ücreti eski çırağından talep eder. Yeni avukat olan çırak, bu ilk davasında kendisini savunur. Usta avukata göre; eğer davayı kendisi kazanırsa zaten parasını alacak. Kaybederse sözleşme hükmünden dolayı parasını çırağından yine alacaktır. Çünkü kaybederse çırağı kazanacaktır. Genç avukata göre ise; eğer davayı kazanırsa zaten haklılığından dolayı ustasına bir şey ödemeyecek. Eğer kaybederse anlaşmaya göre ilk davasını kaybettiği için ona yine bir şey ödemeyecektir. [1]


Gayretliydi… Çünkü “vatanı için yaşadı mı yoksa vatanı için mi öldü?” sorusunun yanıtı işte tam da bu anlattığı paradoksta gizlidir. Yaşamının son anına kadar bir yazılı miras biriktirdi. Yazdıkları ile yüce bir milletin geçmişinden kalma hatıralarını mı, yoksa geçmişini hatırlamaktan imtina eden kendine başka rol-modeller arayan bir şaşkın mirasyediyi uyarmayı mı hedefledi? Sanırım, bu da benzer bir paradoks. 

Gayretliydi… Çünkü gerisinde bir dönem kimsenin basmadığı kitapları basan bir yayınevi, okunacak fikri ve edebi kitapları, tamamlanmayı bekleyen eserlerini bıraktı.

Türk edebiyatı, hasleten tarihi romancılığı O’nun vefatını uzunca bir müddet hissedeceğe benziyor.


[1] https://medium.com/@muhendisinnotdefteri/i̇mkansiz-di̇ye-bi̇rşey-yoktur-bu-yüzdendi̇r-ki̇-i̇mkansiz-bi̇le-i̇mkanlidir-773105fb1e46

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder