27 Mayıs 2014 Salı

Yusuf'u Kuyuya Atan Kardeşlerine...

Üstnot: Gecikmiş bir "Soma" yazısı. İki hafta önce önemli bir kısmını tamamlamama rağmen gözden geçirmeden yayınlamama titizliği yazının gecikmesine neden oldu.

Kuyuya düştü 274 Yusuf. 
Düşer anda Yakub hasreti gönlümüze. 
Hasreti evlat değil; 
Hasret Ömerî haslete. 
Sessizce ağlayan İsmailler, 
Nemrud gürültüsüdür kulak tırmalayan.

Yer gök Hızır'ın Rabbine yakarır. 
Neredesin ey emaneti İbrahim?

Yahya gibi mazlum olsam da 
Uhud sonrası seher vakti ellerini
Göğe açan(s.a.v.) gibi açıyorum.

''Ya Kahhar, Ya Kahhar, Ya Kahhar''

Bu satırları henüz şehid sayısı nispeten daha az iken yazmıştım, şiir formatındaki bu metni. İnsanlıktan mugayyir bir şekilde tüm tarafgirane yapılan yorumların vermiş olduğu bıkkınlık ve her Türk vatandaşının yüreğinde hissettiğinin biraz daha fazlasını Türk Milliyetçiliğinin vermiş olduğu tabii ve fıtrî mükellefiyeti taşıyarak kalemi elime almıştım.



Ne demeli, neler yazmalı... Çok kestiremiyorum, işin doğrusu. Yahut nereden başlamalı. Teknik Eğitim almanın vermiş olduğu her şeyi rakamlara taşımaya dair numerik obsesyon ile başlayalım.

Konu elbette ki Soma.

Her vardiyada yaklaşık 700 işçinin çalıştığı birinci dereceden risk grubuna giren bir işletmeyi ele alıyoruz. Üretimin durmaması maksatlı görev başında alet edevat teslimi yapıldığına ilişkin söylentilere rastlamak mümkün. Birinci dereceden risk grubundaki bir işletme için hayli komik denilecek miktar maaşlar ile insanlarımız üç vardiya ara vermeden çalışıyor. Üstelik yıllık izin, sağlık nedenleri gibi artık iş dünyasının asgari sosyal haklarından mahrum bir biçimde. Aralarında üniversiteyi terk edip bu işe girenler de var, kredi borcu ödeyen de. Hasılı ekonomik açıdan bir hayli zor ve güç bir durum söz konusu. Tabii konuya hangi açıdan yaklaştığınız ile de doğrudan ilintili. Acaba saydığımız asgarilerin dahi yokluğu iş veren sıfatındaki kimsenin bilançosunda nasıl duruyordu? Net rakamlara ulaşmak çok imkân dahilinde olmadığından eldeki veriler ile devam edelim.

Görev başı devir teslim yapılıyor olduğundan içeride 2 x 700'e kadar ulaşabilecek bir insanın can vermiş olması ihtimalinden söz ediyoruz. Hiçbir yerde net isim listelerinin bulunmayışı nedeniyle rakamların güvenilirliği ve inandırıcılığından bahis açmak aklî görünmüyor. Bu nedenle aslında 1000'e yakın ölü var ama gerçek saklanıyor şeklinde tezahür eden dedikodular rakamsal açıdan gerçekçilik sınırları içerisinde kalıyor.

Gel gelelim kaza hadisesinin medyaya aktarılış biçimine. Bakan Faruk Çelik'in medyaya yansıyan kazadan sağ kurtulmuş bir işçi ile konuşması kameralara bir şekilde yansımış. İşçi ''yaklaşık bir haftadır sıcak kömürün madenden çıkartıldığını'' belirtiyor. Bakan Bey de ''Allah Allah, bunu bir not alalım arkadaşlar'' diyerek not aldırıyor.[1]

Kömür neden sıcak olur? Konu hakkında geniş bilgi sahibi olduğumu söyleyemem. Fakat temel olarak bilinen kimya bilgisi ile konuyu yaklaşırsak; yanma iki türlüdür. Yavaş ve hızlı. Her ikisinde de mutlak suretle oksijen gazının payı büyüktür. O halde maden içerisindeki oksijen değerleri hakkında bilgi zaruri. Maden gibi doğal havanın giremediği çalışma ortamlarında kullanılan cebri havalandırma sistemleri dışarıdan temiz havayı mı filtreliyordu, yoksa içeriye doğrudan doğruya oksijen gazı mı pompalanıyordu bilemiyorum. O kadar mühendis ve teknikerin böylesi bir temel hatayı yapacağına inanmak istemiyorum. Lakin devreye kapitalizm girince akıl, mantık ve insanlık susarak geriye sadece ve sadece para kazanma hırsının sözü geçiyor.

Kömürün bulunduğu bir ortamdan havayı izole eder ve yoğun bir şekilde oksijene maruz bıraktığınız an, tıpkı yağ türevi malzemelerden olduğu gibi yavaş yanma başlar ve ısı kısa sürede yüksek seviyelere ulaşır. Sıcak kömür çok yüksek ihtimalle solunan hava parametrelerinde normalin dışında bir şeylerin kanıtı olarak sayılabilir.

Yangının trafonun patlaması sonucu gerçekleştiği yönünde birçok açıklamayı beraberce dinledik. Türkiye'de çıkan ev yangınlarının önemli bir kısmı elektrik kontağı nedeniyle çıkmanın yanı sıra, bu gibi hata nedeni olarak ''maliyetten kaçılmış ve gereği gibi tasarlanmamış'' elektrik tesisatları ile karşılaşmak çok yüksek bir ihtimal aralığına sahiptir. Birinci dereceden risk grubundaki bir işletmenin trafosu güvenlik tedbirlerinin etraflıca alınmadığını dahi var saymamız halinde bile en temel elektrik koruma elemanı olan sigortalara sahiptir sanıyorum. Kaldı ki trafolar aşırı yüklenme halinde aşırı ısınır ve ısısı ile size kapasitesinin üzerine çıktığını söyler. Buna rağmen bir trafo etiket değerlerinin yüzde 20'sine kadar üst değerlerde çalışmasını sürdürebilir. Trafo sıcaklığı da belirli noktalardan alınabilecek sıcaklık değerleri ile kontrol altında, en azından güvenlik sınırları bandında muhafaza edilebilir.

Yine de trafolar bildiğiniz üzere büyük çapta olanları oldukça korunaklı ve içi yağ (yine yüksek miktarda oksijen ile teması halinde yüksek ısı açığa çıkarır.) ile doldurulmuş olarak hizmete sunulur ve bu şekilde çalışmasını sürdürür. Patlaması parametreleri kontrol altında ve ilgili bakımları aksatılmadığı müddetçe teorik açıdan sıfırdır.

Bu yangının trafo kaynaklı olarak çıkmış olması ihtimalini Elektrik Bölümü Teknik Öğretmeni sıfatı ile arz etmek isterim ki mantıklı bulmuyorum. Kamu oyuna gerekli izahı yapılmasını ümit etsem de bir aya kadar üstü örtülecek ve kimsenin hatırlamayacağını tahmin ettiğimden ötürü ümitvar değilim.

Hep "Batıcı" olduk ya; bir de Doğu'ya bakalım. Mesela Japonya ve Güney Kore. Çağhan Sarı kardeşim derlemiş[2]:

Türkiye'de bir çok faciadan sonra gündeme gelen bir ifade olur, 'Japon bakan olsaydı intihar ederdi'. Evet. Sadece 20 dakikada son 10 yıldaki Güney Kore ve Japonya'da istifa eden siyasiler için Google'dan Türkçe bir arama yapınca aşağıdaki bilgilere ulaşılıyor. Ne diyelim Türkiye'nin siyaset geleneğinde hiç bir zaman olmayan ONURLU bir davranış... Kamikazeyi hala lunaparkta bir oyuncak yada savaş taktiği sananlara duyurulur.

-Nükleer santral kazası geçiren Fukuşima şehrine “ölüm kenti” dediği için istifa eden Ekonomi Bakanı Yoşio Haşiro
-Okullara ve huzurevlerine küflü pirinç gönderildiği için istifa eden Tarım Bakanı Seiichi Ota
-Devlet Başkanı yaşlılık maaşı sözünü yerine getiremediği için istifa eden Sağlık ve Refah Bakanı Jin Yong
-Yaptığı gaflar yüzünden istifa eden Adalet Bakanı Minoru Yanagida
- 47 bin Amerikan askerinin görev yaptığı Futenma üssünü Okinava’dan kaldırma sözlerini yerine getirmemesi yüzünden istifa eden Japonya Başbakanı Yukio Hatoyama
-Mali yolsuzluk iddiaları bulunan Japonya Tarım Bakanı Toshikatsu Matsuoka (62) intihar etti
-Güney Kore Başbakanı Chung Hong-won, 16 Nisan'da yaşanan gemi kazasının ardından istifa etti.
-Mart 2011′deki büyük deprem sonrası hükümetin kriz yönetiminin yetersiz geldiği eleştirilerinin üzerine, Başbakan Naoto Kan Ağustos 2011′de istifa etti.
-2007′de Takehiko Endo, 1999′da yasal olmayan yollardan edindiği 9900 Dolar’ın açığa çıkması üzerine, Tarım Bakanı görevini, göreve geldikten 8 gün sonra bıraktı.

Tabii tüm bunlar olurken medya da oldukça hareketli idi. Bütün bu tartışmaların arasında bir beyan dikkatimi celbetti. Şöyle ki:

İnternette "İsrail dölü"[3] diye bir hakaret iddiası dolaşırken bakın bir Yahudi, Türkiye'de olan biten hakkında nasıl yorumda bulunuyor;

“Almanya insana kıymet veriyor, makineyi gözden çıkarabiliyor. Türkiye’nin özelliği ise makineye yatırım yapmıyor, insanı kolaylıkla gözden çıkarıyor. Çünkü Türkiye’de insan çok ucuzdur, makine pahalıdır. Problem orada.[4] diyor İshak Alaton. Hangi Müslüman yalan söylediğini iddia edebilir ki?

Biraz da zülfü yare dokunalım. Çuvaldızı kendimize dediklerinden... Mehmet Uçak isimli bir arkadaşım olaylar üzerine kelimesi kelimesine şöyle aktarmış[5]:

Haberler doğruysa milyon liralar değil MİLYON DOLARLAR toplanıyor.

Galatasaray kendi başına 5 milyon dolar bağışlıyor. MEB vefat edenlerin çocuklarına üniversiteye kadar burs bağlıyor, devlet bir miktar maaş bağlıyor, Cuma sonları yardım toplanmaya başlıyor, futbolcular bireysel yardımlar yapıyor, duyarlılar maddi yardımda bulunuyor.

Görünen o ki milyon dolarlar toplanıyor. TV'lere yansıyan yardımları topladığımızda değil 300, neredeyse 1000 kişinin(belki daha fazla) 7 sülalesi geçinir. Ama eminim durum böyle olmayacak. Bakacaksınız, fazla değil, 2 sene sonra vefat edenlerin ailesinin durumu o kadar da iyi olmayacak.

Muhtemelen bir evleri olacak, çocukları burslu okuyacak ve bir miktarda maaş. E milyon dolarlar? Drogba'nın yardımları, süper kupa gelirleri, devlet yardımları... Nereye gidecek?

Vallahi hiç kimse kusura bakmasın, günah alma demesin!

O yardımların çoğu ulaşmayacak.

1999 depreminde değil miydi can pazarı yaşanırken birilerinin oraya yağmaya gittiği?

Daha 2-3 gün önce değil miydi o kargaşada Soma' da çalışanların odalarına girildiği?

Kusura bakmasın kimse!

Kanı bozuluyor, yapısı bozuluyor bu milletin!

Yok arkadaş yok! İstisna mistisna demeyin bana!

Her yerde sahtekarlık, riyakarlık, liyakatsızlık kol geziyor. Ticaret erbabı hırsına, yönetim erkanı iktidarına düşkün!

Hani komplo teorileri üretiliyor, bilerek yapıldı vesaire...

Elbette tesadüf olduğuna inanmıyorum ama onlar gibi değil. Haksızlık, hukuksuzluk, azgınlık... İşte bu şeytan üçgeni! İlahi bir mesaj!

Umarız bu facia bir ders olur demeyeceğim. Lanet olsun, ders olmayacak!

Tabii; tüm bunlar olurken bir de Başbakanımıza komplo kuruluyor, paralel yapı sabotaj yaptı diyen bir gurup. O guruba ithafen de elbette bir söylenecekler var:

Literatürde ''kamu hukuku'' denilen bir husus vardır. Meselâ yolsuzluk, meselâ işçi ölümleri yahut devlet malına zarar verme, görevi kötüye kullanma. Bu tip cürümlerin tamamı herhangi bir kimsenin şikâyet etmesine bağlı kalmaksızın eğer varsa orada bir ''devlet'', yasalar çerçevesinde görevli kolluk kuvvetlerince müdahale edilir, gereken yapılır.

El hasılı modern hukuk ve sosyal devletin vaz ettiği anlayış, size işçi ölümlerini ''bu işin fıtratında var'' demekle geçiştirilmesine ya da bilmem kaçıncı yüzyıldan örnek verilmesine; en nihayetinde ise o kişinin sıfatına, ilişkilerinin kuvvetine ve dahi coğrafyaya bakmadan işini yapar. Yunan adalet tanrısının da bu yüzden gözleri kapalıdır.

Kamu hukuku, muz cumhuriyeti diye tabir edilen ülkelerin haricinde bulunan devletlerin tamamının ''devlet ve millet'' ilişkilerinin düzenlendiği alandır. O halde lafı çok fazla uzatmandan;

"Yüce Türk Milleti" ne Afyon'da patlayan bombaları unutur, ne İzmir Tersanesi'nde yaşananları, ne de Soma'da olanları...

Ev perdesini kefen belleyenler için 'millet iradesi' tekerlemelere nazaran iyi bir argüman sayılabilir. Tabii ki diliniz demokrasi, kalbiniz ''oklokrasi'' diyorsa. Ha unutmadan düne kadar sizin "ağa babalarınız" demokrasiye ''demonkrasi'' diyorlardı.

İktidara odaklı güruhtan biteviye bir biçimde şu yakarışları duyuyoruz: "O gidecek de kim gelecek?"

Yerini dolduramayan ve sorumluluğunu yerine getiremeyen herkes gidecek. Bu kadar basit bir denklem. 

Ey İktidar Partisi'nin değirmenine su taşıyan ahali!

Biraz sert bir ifade olacak belki ama Allah âşkına komik olmayın. Bu veya şu giderse ülke kime kalacak sorusunun muhatabı hani "kader" gibi İslami terimler çokça tekrarlamaktan derinliğine inmeye niyet etmeyenlerin de, sizin de rant elde etmeye çalışıyor dediklerinizin Rabbi'dir. Çünkü söyledikleriniz yine bir İslami terimle izaha kalkışılacak olursa "gaip"tir. Hayrola diye sormadan edemiyorum, bir ya da birkaç bakan değişince yerine adam bulunamayıp da İmralı'dan takviye mı yapılacak?

Bakanların konuya ve kriz haline vakfiyetleri yaptıkları açıklamalardan kendini açık ediyor, aslına bakarsanız. Trafonun patlamasının ve yangın çıkarmasının mümkünlüğünü bir elektrik mühendisi ile tartışın. Hâlâ madende kaç kişinin hangi vardiyada çalıştığının net olarak bulunamamasın ne kadar aklî ve tabiî olduğunu herhangi bir kurum yöneticisine ya da daha spesifik olarak rastgele personel müdürüne sorun.

Selçuklu ve Osmanlı diyorsunuz çok güzel de "Kut'ül Amare"deki sorumluluk komutanı ya da Kocatepe'de bir tepeyi alamamanın sorumluluğunu hissedenleri es mi geçiyoruz? Bu devlet Kosova'da "Hüdavendigar"ını, Zigetvar'da "Kanuni"sini kaybetti. Yerine kim gelecek diye sormadı. Tıpkı Kanije kahramanı Tiryaki Hasan gibi herkes her işi değil, vazifesini layıkıyla yapsa idi, maden kapılarına içeride hâlâ şüheda naaşı dururken beton dökülüp duvar örülmezdi. Neyse sizi "mağdur" etmemek adına fazla üzerinize gelmeyelim...

"Devlet başkadır; şahıs, grup ya da cemaat bambaşkadır."

Bu dünya Nemrud'un da Süleyman'ın da mezarıdır. "Edirne'yi Enver alacağına Bulgar alsın" dersek Soma'nın bir ay geçmeden unutulacağı gibi milletçe unutulmamız yakındır.

Allahû Âlem (En doğrusunu Allah bilir.)

www.uskudarcevresi.com

Kaynakça:
[1] http://www.haber7.com/guncel/haber/1159096-faruk-celiki-soke-eden-detay
[2]https://m.facebook.com/story.php?story_fbid=10152101771267393&id=645922392&refid=17&fbt_id=10152101771267393&lul&_rdr#s_37c5d6047869f4808c9e318faebfade4
[3] http://www.radikal.com.tr/politika/abd_eger_israil_dolu_dediyse-1192946
[4] http://www.salom.com.tr/newsdetails.asp?id=91114
[5] https://m.facebook.com/story.php?story_fbid=870984522918270&id=100000201914485&refid=17

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder