19 Aralık 2013 Perşembe

Türk Milliyetçiliğinin Genel Sorunları



Şu an "tek cümle ile" Türk milliyetçiliğinin en büyük sorunu nedir diye sordum. Tek cümle ile cevap vermezseniz kafanıza sıkarım dedim. Bang bang I shot you down dedim yani...

Noktasına virgülüne dokunmadan kronolojik sırayla cevaplar şöyle:

(NOT: Yorum kısmında siz de cevabınızı yazarsanız sizinkini de ekleyebilirim.)

1. Ortak bir doktrin ideoloji ve ülkü olmaması

2. Siyasallaşması.

3. Milliyetçi görünüp milliyetçi olmamaları

18 Aralık 2013 Çarşamba

Rusya'nın Putin'inden Putin'in Rusyası'na: Rus Düşünce Akımları


 

Bölüm 8: Rus Düşünce Akımları

Rusya’da XVIII. ve XIX. Yüzyıllarda aydın çevrelerde yapılan tartışmalarda, iki düşünce akımı ortaya çıktı. Ortaya çıkan bu akımların temsilcileri, Slav milliyetçileri ve Batıcılar olarak nitelendirildiler. Slav milliyetçileri tarihsel gelişimin sonucu olarak Slavlığın bir kültürel birlik oluşturduğunu ve diğer Slav halklarla ilişki kurulmasını vurgularken, Batıcılar Büyük Petro’nun başlattığı Rus imparatorluğunun Avrupa’ya açılmasına bağlandılar.[1] Ancak yinede bu iki düşünce önemli bir noktada birleşiyordu. Batıcı, Slavcı… biri ne kadar ulusunu, vatanını seviyorsa “öteki” de bir o kadar seviyordu aslında “ülkemiz büyük halkımız mutlu olsun” sözleri hepsinin tutkusuydu; içinde bulundurdukları zamanı hepsi sert bir dille yeriyor, yine hepsi parlak bir geleceği müjdeliyordu.

Moskova’nın seçkin eski soylularından zengin ve nüfuzlu aile çocukları olarak bir geleneği sürdüren, köklü bir dini terbiye almış ve Alman romantizminin –tabi ki dini– felsefesiyle yetişmiş olan Slavcılar görkemli geleceğin güvencesini ve özünü parlak geçmişte buldukları için, hepsinin de dileği, umudu, rüyası şuydu. Tutarlı bir tarih anlayışına bağlanmaktı: Ötekiler –yani Batıcılar- ise, toplumun değişik çevrelerinden geliyorlardı. En çok da Fransız siyasi düşünceleriyle ve Hegelci felsefeyle beslenmişlerdi.[2] Bu farklılıklar hangi kıtaya ait olunduğu yönündeki soru ile kızıştı. Çünkü bu soru Rus ulusal kimliğinin Dış politikada nasıl bir yön belirleyeceği ile alakalıydı. Rusya’nın yüzünü nereye çevireceği sorusu salt coğrafyanın böldüğü bir kimlikle açıklanamazdı. Ancak Oswald Spengler’in dediği gibi Rusya, Bizans’tan Tatar egemenliği, oradan Büyük Petro’nun Batıya yönelişi ve Orta Avrupa Marksizm’ini devralışı sonrasında dahi hiçbir zaman kendi öz kültürel kimliğini bulamamıştır.[3]

17 Aralık 2013 Salı

Kavga Etmeyi Özlemediniz Mi?


“Milletlerin kaderi ne, sana söyleyeyim;
Okla, kılıçla yükseklik, udla sazla yok olmaktır.”
Muhammed İkbal

Türk milliyetçiliğinin bugünkü pek iç açıcı olmayan durumunu bence başlık olarak aldığım soru anlatıyor. Tabii ki buradaki kavgadan kasıt fizikî bir kavga değil, fikrî bir kavgadır. Bu soruya ilham olan cümleyi çok değerli hocamız Ümit Özdağ devamlı kullanmaktadır. Şöyle diyor hocamız: “AKP devlet ile kavgalı, CHP millet ile.” Bu cümleyi her duyduğumda beğendiğim ve saygı duyduğum hocama her seferinde ekran veya internet karşısında ister istemez içimden şu soruyu soruyorum: “O zaman biz kiminle kavgalıyız?”

Rusya'nın Putin'inden Putin'in Rusyası'na: Rus Kimliğinin Karakteristik İlkeleri

Bölüm 7: Rus Kimliğinin Karakteristik İlkeleri

Ulusal kimlik ortak dil, kültür, din, coğrafya ve tarih gibi öğelere dayanır ancak bu öğelerin ulus içinde halkı bir arada tutabilmesi ise iyi tanımlanmış bir “öteki” ile mümkündür. Böylece ulus-devlet içinde, toplumu homojenleştiren bu kavram; ulusal davalar, ulusal hedefler ve ulusun bütününe/varlığına yönelik tehditler sunarak halkın öfkesini de kazanır. Bu bağlamda dönüşüm yaşayan toplum aidiyetleri heterojen yapıdan homojen bir yapıya geçer ve böylece üyeleri arasında “birlik ve bütünlük algısı” diye niteleyebileceğimiz bir ortak duyuş genişledikçe “ulusal kimlik ve ulusal aidiyet” düşüncesi de belirginleşir.[1]
Her ülkenin coğrafi konumu, jeopolitik durumu ve tarihi gelişimi o ülkenin kültür yapısını, milli ideallerini ve o ülkenin uluslararası toplumda kendisi için seçtiği misyonları etkiler. Bu bağlamda her ülke için bazı temel öğeler zaman içinde değişmez yönlendirici faktörler halini alır ve o ülkede yaşayan milletin ulaşmak istediği hedefleri düşünce tarzlarını oluşturur. Toplumun tehdit algılamaları da bu temel faktörlerin oluşturduğu algılama süzgecinden geçer. Dolayısıyla karşı tarafı doğru olarak algılayabilmek içinde bu mekanizmayı yapan ve çalıştıran temel olguları bilmek gerekir. Bu açıdan değerlendirdiğinde Rus Dış Politikasını anlayabilmek için Rus dış politikasına mal olmuş bazı prensipleri anlamak gerekmektedir.[2]

16 Aralık 2013 Pazartesi

Rusya'nın Putin'inden Putin'in Rusyası'na: Enerji Güvenliği



Bölüm 6. 2. 4. Enerji Güvenliği

‘Enerji güvenliği’ başlığı altında 19 Ekim 2006 tarihinde düzenlenen panelde Polonya Savunma Bakanı Radoslaw Sikorski, enerji güvenliğinin ülkelerin savunma ve dış politikalarının ayrılmaz bir unsuru haline geldiğini, geçmişte olduğu gibi sadece ekonomi siyasaları içinde değerlendirilemeyeceğini, enerji güvenliği konusunda temel kavramlardan birinin dış politikada olduğu gibi “karşılıklılık” olması gerektiğini, bu konuda AB içinde ortak bir politika belirlenmesi gerektiğini belirtmiştir.[1]

Goldwyn Uluslararası Stratejiler şirketi Başkanı David Goldwyn, dünyanın günümüzde “enerji güvensizliği” içinde olduğunu, bunun sadece fiyat ve arz istikrarındaki gelişmelerden kaynaklanmadığını, enerji güvenliğinin artık ülkelerin ulusal güvenlik ve savunma politikalarının ayrılmaz bir parçası olduğunu, bazı ülkeler için yaşamsal bir konu haline geldiğini, bazıları için ise güç kullanmadan baskı kurmanın etkili bir aracı haline dönüştüğünü, enerji kaynaklarına sahip ya da bağımlı olmanın ülkelerin dış politikalarını doğrudan etkilediğini, örneğin Rusya’nın 2006 kışında Gürcistan’a yönelik uyguladığı gaz kesme olayının bir “saldırı fiili” (act of aggression) olarak yorumlanabileceğini ifade etmiştir.

15 Aralık 2013 Pazar

Rusya'nın Putin'inden Putin'in Rusyasına: Rusya Federasyonu’nun Hazar Politikası

Bölüm 6. 2. 3. Rusya Federasyonu’nun Hazar Politikası
Hazar’ın statüsünün belirlenmesi sürecinde önemli bir role sahip olan Rusya, Hazar Bölgesi’ne oldukça önem vermektedir. Başlangıçta Hazar konusunda Azerbaycan’a baskı yapmak suretiyle bir ivme kazanacağını düşünen Rusya Federasyonu’nun Hazar politikası, Putin’in iktidara gelmesi sonrasında değişikliğe uğramıştır. Rusya’nın dış politikasında özellikle de eski SSCB mekânındaki politikasında enerjinin temel unsur haline geldiği, Putin’in 21 Nisan 2000’deki Rusya Ulusal Güvenlik Konseyi toplantısı sonrasında yaptığı açıklamada ortaya çıkmıştır. Putin, yaptığı açıklamada “partnerlerinin Hazar Bölgesi’nde çok aktif olduklarını ve kendilerinin de benzeri bir aktivite sergileyeceklerini” belirtmiştir.

Bu açıklama sonrasında 1999 yılından itibaren Rusya Federasyonu Enerji Bakanlığı görevini yürüten Viktor Kalyujniy, 31 Mayıs 2000’den itibaren Dışişleri Bakan Yardımcısı ve Devlet Başkanı’nın Hazar Özel Temsilcisi olarak atanmıştır. Bu atama, Putin’in Hazar Bölgesi’ne verdiği önemi göstermektedir. Kalyujniy, bu göreve atanması sonrasında düzenli olarak Bakü’yü ziyaret etmiş ve Hazar sorununu Rusya’nın bakış açısı çerçevesinde çözmeye çalışmıştır. Kalyujniy, sürekli olarak Hazar’da statü sorununun bir an önce çözülmesi ve bu konuda geç kalınmaması gerektiğini ifade etmiştir.[1]

14 Aralık 2013 Cumartesi

Rusya'nın Putin'inden Putin'in Rusyası'na: Rusya Federasyonu’nun Enerji Stratejisi

Bölüm 6. 2. 2. Rusya Federasyonu’nun Enerji Stratejisi

Rusya’nın 2003 yılında son halini alan ”2020’ye Rus Enerji Stratejisi”[1] başlıklı belgesine kadar tutarlı, etkin ve dış politika aracı olarak kullanabilecek bir enerji politikası olduğundan bahsedilemez. İç ve dış siyasal ortamın da bu döneme kadar bu türde bir aracın oluşmasına ve kullanılmasına izin vermediği de söylenebilir. Bu döneme kadar Rusya’da enerji politikası devletin dışında ama aralarında devletin de yer aldığı çeşitli aktörlerce belirlenmiştir. Merkezi bir planlama ve kontrol söz konusu olmamıştır. Bunda Sovyet sonrası dönemin özelleştirme politikaları[2] çerçevesinde petrol endüstrisinin özelleştirilerek çok başlıklı bir yapıya kavuşturulmuş olması etkendir.

Bu bağlamda bölgesel düzeyde belirlenen 11 ayrı şirkete devredilen yapı, merkezi hükümetin kontrolü dışında kalmıştır. Bu dönem enerji şirketlerinin yöneticilerinin, hazineye para aktaran en önemli unsurların yöneticileri olarak hükümet düzeyinde karar alma süreçlerini etkiledikleri hatta belirleyici oldukları bir dönemdir. Rusya içinde yaşanan mücadeleler, merkezi devletin etkinliğini yitirmesi, Yeltsin’in etkinlik sağlayamaması bunun neden/sonuçlarıdır.[3] Yeltsin’in şok tedavi yöntemi (hızlı özelleştirme), yerel yöneticilerin yeni burjuvaziye dönüştüğü, doğal kaynakların yağmalandığı ve milli servetin belirli ellerde yoğunlaştığı, ücretlerin sabit kalıp, fiyatların alabildiğine arttığı ve üretimin adeta durduğu bir ekonomik çöküşü beraberinde getirmiştir. 1998 yılında Rusya’da yaşanan ekonomik kriz ile Rusya’nın borçlarını ödeyemez duruma düşmesi, çöküşün dip noktasını oluşturmuş ve kriz,Yeltsin’in 1999 sonunda istifa etmesine neden olmuştur.[4]